Ağustos ayının son haftası Protestanlara ait olan Antalya İncil Kilisesi ve İstanbul Ümraniye Kilisesi’ne bir e-posta geldi. “Ey mürted sapık kâfirler” diye başlayan postada, şunlar yazıyordu:
“Ey mürted sapık kâfirler sizler Allah’ın kanunları dururken gerçeği inkâr edip kâfirlik yolunu seçtiniz. Tağuta inanmakla kalmayıp başkalarını da peşinizden sürüklediniz. Sizler tekrar hak dinine dönesiniz diye çok bekledik. Kendiniz sapkınlıklarınızı arttırıp diğer cahil insanları da kandırdınız. Emin olun Allah c.c sizlerin kellelerinizi bizim elimize teslim edecek. O çok güvendiğiniz Avrupa da sizi kurtaramayacak ne de Allah’a şirk koştuğunuz İsa da sizleri kurtaramayacak. Allah yolundan ayrılan sapkınları Allah c.c affetmeyecek.”
Kiliselere gönderilen tehdit mektuplarının devamında ise Hıristiyanların nerede ele geçirilirlerse yakalanıp öldürülecekleri yazıyordu.
Kilise yönetimleri, tehditlere alışıktı. Öyle ki sadece 2014 yılında Protestan Cemaati’nin adli kolluk birimlerine bildirdiği 10 tehdit ve saldırı olayı gerçekleşmişti. İstanbul’da Yeni Umut Kilisesi yöneticileri toplantı yaparken kapılarına tehdit mektubu bırakılması, Kadıköy Kilisesi’nin camlarının kırılması, Kadıköy Uluslararası Kilisesi’nin yakılması gibi olaylar bunlardan bazılarıydı. Adli birimlere bildirilmeyen tehdit ve saldırı olaylarının sayısının ise çok daha fazla olduğu belirtiliyor.
Ancak bu tehdit mektubunun içeriği, diğerlerinden farklıydı. Keza, mektupta yer alan “mürted (dinden çıkmış)” ve “tağut (şeytan)” ifadeleri, IŞİD’in kullandığı terminolojiye birebir uyuyordu. IŞİD, kendisinden olmayan herkese bu ifadelerle hitap ediyor, tehditleri bu ifadelerle yöneltiyor.
Sayıları yedi bin civarında tahmin edilen ve çoğunluğu sonradan din değiştirerek Hristiyan olanlardan oluşan Protestanlar her zaman kırılgan ve saldırılara açık bir grup oldular. Sonradan Hristiyan olan, köken olarak Müslüman ailelerden gelen Protestanlara tehditte yer alan “hak dinine dönme” çağrısı da bu bakımdan özel bir anlama geliyor.
Kilise yönetimleri, bu nedenle tehdit postalarını Protestan Kiliseleri Derneği’ne iletti. Ortaya çıktı ki sadece bu iki kilise değil son on gün içinde Protestan Cemaati önderlerine, kiliselere ve üyelerine 100 kadar tehdit gelmişti. Bu tehditler sadece e-posta değil, cep telefonu ve Facebook gibi sosyal paylaşım siteleri üzerinden gönderilmişti.
Protestan Kiliseler Derneği Basın Sözcüsü Soner Tufan, Al-Monitor’a verdiği bilgide, tehditlerin İstanbul, Bursa, Ankara, Antalya’daki kiliselere geldiğini söylüyor. Tufan, tehdit içeriğinde kullanılan dil ve üslup, tehditte yer alan öldürme yöntemi nedeniyle bu tehditlerin IŞİD’ten geldiği yönünde şüphe duyduklarını belirtirken, şunları söylüyor:
“IŞİD gibi örgütlerin en başta gelen düşmanları Hristiyanlar. Hristiyanlara neler yaptıklarını biliyoruz. Bu da klasik tehditlere benzemiyor. Dolayısıyla yoğun olarak, tek merkezden yapılmış olması da tedirginliği arttırıyor.”
IŞİD’in tek başına sınırın bu denli yakınında olması bile Türkiye Hıristiyanlarını yeterince rahatsız ediyor. Keza IŞİD, sıklıkla başta Suriye olmak üzere Hristiyanlara yönelik katliam ve kaçırma olayları ile gündeme geliyor. Vahşi cinayetlerin yer aldığı videolar ve ölüm tehditleri video paylaşım sitelerinde görüntüleniyor. Ortada bir de tehdit mektuplarının yer alması Hıristiyanları iyice kaygılandırıyor.
Kaygıların bu denli yüksek olmasına karşın, ortalıkta 100’e yakın tehdit mektubu varken şu saate kadar sadece Antalya İncil Kilisesi ve İstanbul Ümraniye Kilisesi adli birimlere şikâyette bulundu. Şikâyetlerin azlığı dikkat çekici. Soner Tufan, “Şikâyetlerin azlığı Protestan toplumunun yargıya güvensizliğini gösteriyor. Zaten şikâyette bulunan kiliselere yönelik koruma önlemi de alınmadı. Gözle görülür bir hassasiyet geliştirilmedi” diyor.
Protestan Kiliseleri Derneği, 2008 yılından bu yana düzenli olarak kiliselere yönelik tehdit ve saldırıları raporluyor. Her yıl adli birimlere bildirilen 10’u aşkın tehdit ve saldırı olmasına karşın şimdiye kadar ne bir fail yakalandı ne de şikâyetlerden bir sonuç çıktı. Bu durum Protestan toplumunun yargıya olan güvensizliğinin kaynağı. Ama onlar için dönüm noktası kuşkusuz Zirve Yayınevi katliamı davasında yaşananlar.
18 Nisan 2007 tarihinde, Malatya’da Zirve Yayınevi’nde çalışan Protestan Necati Aydın, Tilman Geske ve Uğur Yüksel, yayınevine gelen beş kişi tarafından işkence gördükten sonra boğazları kesilerek öldürüldü. Adli tıp raporlarına göre Necati Aydın önce çamaşır ipiyle boğulmaya çalışılmış, ölmeyince bıçaklanmıştı. Vücudunda 16 bıçak darbesi tespit edilmişti. Tilman Geske 16, Uğur Yüksel ise 14 bıçak darbesiyle öldürülmüştü. Dahası, suçüstü yakalanan 5 sanık ifadelerinde, cinayeti işledikten sonra yayınevinde kalmaya devam edip, gün boyu gelen tüm Hristiyanları öldürmeyi amaçladıklarını ancak yakalandıklarını anlatmışlardı. 7 yıl süren yargılama süresinde, cinayetin arkasındaki derin yapı aydınlatılamazken; Hristiyanların hesap hareketleri, isim ve adresleri araştırıldı; öldürülenlerin yakınları ve avukatlarının telefonları dinlendi. Yani cinayet değil bir bakıma Hristiyanlar yargılandı. 2014 yılında, yasalarda yapılan değişiklikle tutukluluk süresi aşağı çekilince beş sanık serbest bırakıldı. Şu an Malatya’da özgürce yaşıyorlar.
İşte bu olay Protestan cemaatinin yargıya olan güvenini temelden sarstı. Bugün kendilerine yönelen bu örgütlü tehdide karşın, yargıya gitme konusunda ayak diremeleri de bundan kaynaklanıyor.
Protestan Kiliseler Derneği Başkanı İhsan Özbek, Al-Monitor’a yaptığı açıklamada, son dönemde gelen tehditlerin IŞİD jargonu ile aynı yönde olduğunu belirtiyor ve “IŞİD jargonuna çok benziyor. Radikal İslamcı birinden geldiği belli” diyor.
Özbek, şikâyetlerin neden bu kadar az olduğu sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Türkiye’de Hristiyanların dava kazanması zaten çok zor. Cezasızlık çok sıkıntı yaratıyor. Özellikle Malatya Zirve davasındaki cezasızlık bizde çok olumsuz bir etki yarattı. Hristiyanlara yönelik şeyler cezalandırılmıyor bu ülkede. İnsanlar son derece rahatça Hristiyanlara yönelik eylemlerde bulunabiliyorlar. Kiliselere saldırılar, din adamlarına hakaretler oldukça yaygın. Çok ciddi bir nefret yayını var. Hiçbir ceza söz konusu değil. Çok fazla yapabileceğimiz bir şey yok. Yasalar karşısında elimizden geleni yapmakla yükümlüyüz. Arkadaşlarımız bize sorduğunda suç duyurusunda bulunmalarını tavsiye ediyoruz.”
İki kilisenin suç duyurusunda bulunduğunu anımsatan Özbek, “Devlet görevlilerinin sorumluluğu var. Kimdir bu tehditleri savuranlar? Birçok insana yönelik tehdit söz konusu. Burada hiçbir şey yapmadan durulması, yokmuş gibi davranılması büyük problem. Biz atmamız gereken adımları atıyoruz ama Hükümetin de savcıların da yapmakla mükellef oldukları işleri yapmaları lazım” diyor.
Zirve sanıklarının serbest bırakılmasının ardından Protestan cemaatinin diken üstünde durduğunu söyleyen Özbek, “Cemaat çok rahatsız. Bu ülkede başlarına ne gelebilecek hangi haksızlıklarla zorbalıkla karşılaşacaklarını bilmeden bekliyorlar. Bu sürekli taciz altında olmak gibi bir durum. Çok somut fiziki şiddetle karşılaştığımız olmuyor ama insanların kendilerini sürekli tehdit altında hissetmeleri de bir işkencedir. Böyle bir ortam içinde yaşıyor insanlar” diyor.
Bugün Türkiye’de 7 binin üzerinde Protestan yaşıyor. Büyük şehirlerin hepsinde ya halka açık kiliseler ya da ev kiliseleri olmasına karşın sadece bir kiliseleri resmen tanınıyor. İbadethane sorununun yanı sıra yasal engeller nedeniyle din adamı yetiştiremiyor, çocukları Sünni din öğretisinin dayatıldığı zorun din derslerine girmeye mecbur bırakılıyor. Nefret söylemleri ve saldırılar karşısında her an ayrımcılığa uğradıklarını belirtseler de onların asıl ve en büyük sorunu cezasızlık. Yaşadıkları büyük güven kırılması onları büyük tehditler karşısında dahi yargıya gitmekten alıkoyuyor. Son tehditler karşısında hiçbir önlem alınmaması da Protestanların, su gibi ekmek gibi değerli olan adalet ihtiyaçlarından uzun süre daha mahrum bırakılacağını gösteriyor.