Başbakan Ahmet Davutoğlu sonunda dönüp kendisine musallat olan iddialı açıklamalarıyla tanınır. Dışişleri Bakanlığı sırasında kullandığı “Komşularla sıfır sorun” sloganı da bunun bir örneği. Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi hükümetin vahim siyasi hataları nedeniyle giderek kötüleşince bu slogan da kendisine karşı kullanılmıştı.
Ne var ki bunlar, Davutoğlu’nun pek çok kişi tarafından abartılı gibi görünen açıklamalar yapmasına engel olmuyor. Başlıca gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle 14 Eylül’de İstanbul’da bir araya gelen Davutoğlu yine benzer açıklamalar yaptı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2023 vizyonuna atıf yapan Başbakan Türkiye’yi evrensel demokrasi değerleri bakımından küresel bir güce dönüştürmeyi hedeflediklerini anlattı.
Davutoğlu iktidarda kalmayı planladığı dokuz yıl boyunca bu vizyonla hareket edecek. Ancak Türkiye’nin şu an dünyaya olumsuz bir demokrasi tablosu çizdiğini düşünen pek çok kişinin Başbakan’ın bu demeçlerine şüpheyle yaklaşması da doğal.
Davutoğlu Dolmabahçe’deki konforlu ofisinde genel yayın yönetmenleriyle buluştuğu sırada, yakınlardaki İstiklal Caddesi de Türkiye’deki mevcut durumu özetleyen bir protestoya sahne oluyordu. Kendilerini 3H Hareketi (Hukuk, Hürriyet, Hoşgörü) olarak niteleyen bir grup, Türkiye demokrasisindeki gerilemeyi geri geri yürüyerek protesto etti.
İnternete ilave kısıtlamalar getiren yeni yasal düzenleme de bu gerilemenin en çarpıcı örneklerinden biri. Yeni yasa sadece bireylerin internete erişim hakkını engellemenin önünü açmakla kalmıyor aynı zamanda gerekli görüldüğünde kanıt olarak kullanılmak üzere bireysel internet trafiğinin de takip edilmesine olanak sağlıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) kıdemli Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb bu konuya ilişkin 15 Eylül’de yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Başbakan Davutoğlu'nun yeni hükümeti, 2014 İnternet Yönetişim Forumu'na ev sahipliği yaptıktan sonra, çevirimiçi (online) ifade özgürlüğünü ve internet kullanıcılarının özel yaşamlarının gizliliği hakkını kısıtlayan daha da fazla düzenlemeyi yürürlüğe soktu. Bu düzenlemeler Anayasa'da korunan ve uluslararası hukuk tarafından güvence altına alınan temel hakları ihlal ediyorlar ve dolayısıyla iptal edilmeleri gerekiyor."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen yazki Gezi Parkı protestolarının ardından Twitter’ı “baş belası” olarak niteleyerek "Şu anda Twitter denilen bir bela var, yalanın daniskası burada” diye konuşmuştu. Yeni internet yasası ise Davutoğlu’nun “evrensel demokrasi” değil Erdoğan’ın izinden gittiğini gösteriyor.
Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) bu düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Bu meseleyle şimdi önceki internet yasasının kısıtlayıcı kimi maddelerini iptal eden yüksek mahkeme ilgilenecek. Ancak demokrasinin gerilediğini gösteren bir diğer alan da yargı. Anayasa Mahkemesi de halen bağımsızlığını koruyan tek yargı kuruluşu. Yüksek Mahkeme dışında yargı alanında demokrasinin yapı taşlarından biri olan güçler ayrılığı ilkesinden ciddi tavizler verilmiş durumda.
Hükümet şimdi yargıdaki kontrolünü daha da artırmak için uğraşıyor. Bu konuda 17 Aralık soruşturmasının ardından zaten halihazırda pek çok önemli düzenleme getirilmişti. Erdoğan ve AKP üyeleri de bu soruşturmanın “paralel yargı” tarafından yapılan bir darbe girişimi olduğunu iddia ederek soruşturmada yöneltilen suçlamalardan kurtulmuştu.
“Paralel yapı” iddiası nedeniyle son sekiz aydır yüzlerce polis memuru, savcı ve hakim tasfiye edildi. 12 Ekim’de yapılacak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimleri ise yargıdaki kontrolünü artırmak isteyen hükümet için yaşamsal bir önem taşıyor. Zira hakim ve savcıları tasfiye etme ve yargıda soruşturma açma yetkileri HSYK’nın alanına giriyor. Son seçimlerde üç farklı grup yarışıyor: Hükümet yanlısı grup, Kemalist grup ve Gülen üyelerinin grubu. Hükümet kendi destekçilerinin “Yargıda Birlik” isimli listesinin seçimleri kazanması için diğer gruplar tarafından iktidarın avantajlarını kullanmakla suçlanıyor.Hükümet HSYK üyelerinin tamamını belirleyebilirse, Anayasa Mahkemesi hariç yargı fiilen Adalet Bakanlığı’nın kontrolüne girmiş olacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve önde gelen AKP’li isimler 2015’teki genel seçimleri kazanarak Anayasa’yı değiştirmek istediklerini gizlemiyor. Pek çok kişi Anayasa Mahkemesi’nin de hedefte olduğuna inanıyor. Erdoğan da yüksek mahkemenin Nisan’daki Twitter yasağını iptal etmesinin ardından uymak zorunda olsa da bu karara saygı duymadığını söylemişti.
Yargının yürütmenin kontrolüne ne denli girdiğinin bir diğer göstergesi de yüzlerce hükümet yanlısı hakim ve savcı atamasının ardından Çarşı grubunun 35 üyesi hakkında Gezi Parkı protestoları nedeniyle açılan davadır. Mustafa Akyol’un 9 Eylül tarihli makalesinde de anlattığı gibi taraftar grubunun üyelerine hükümete karşı darbe teşebbüsünden ömür boyu hapis de dahil ağır cezalar isteyen iddianame mahkeme tarafından kabul edildi.
Hatta bu konu, 9 Eylül’deki basın toplantısında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf’e de soruldu. “İfade ve barışçıl protestolar da dahil gösteri hakkını” desteklediklerini söyleyen Harf, “Türkiye’nin bu temel özgürlükleri güvence altına almasını bekliyoruz” diye ekledi.
Harf yeni internet düzenlemesine ilişkin de şöyle konuştu: “Türk yetkililere basın özgürlüğüyle ilgili kaygılarımızı düzenli olarak dile getirdik ve Türk hükümetine sosyal medyaya tam erişim sağlanması için çağrılarımızı sürdürüyoruz. Bu konu üzerinde durmaya devam edeceğiz”.
Avrupa Birliği yetkilileri de Türkiye’deki demokrasinin durumuna ilişkin benzer bir anlayış içinde. Yetkililer, Türkiye’nin geçmiş yıllarda AB’ye üyelik kapsamında kaydettiği demokratik kazanımlardan geriye gidiş olduğuna da dikkat çekiyor.
Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç ise 15 Eylül’deki Bakanlar Kurulu toplantısının ardından AB’yle ilgli üç aşamalı bir eylem planının ivedilikle hayata geçirileceğini söyledi. Arınç bu planın Türkiye-AB ilişkilerini yeniden hareketlendireceğini ve Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedeflerinden vazgeçmediğini göstereceğini de belirtti.
Ne var ki, AB’ye üyelik sürecinin, ileri demokrasi kurallarının hayata geçirilmesine bağlı olduğu; Türkiye’nin ise demokrasiden uzaklaştığı düşünüldüğünde Ankara’daki diplomatların Arınç’ın sözlerine şüpheyle yaklaşması doğaldır.