Türkiye, İslam Devleti’ne (İD) karşı nerede durduğuna ilişkin yapılan onca tartışmanın ardından şimdi örgüte karşı seyirci kalmayacağının ve ortak mücadeleye katılacağının sinyallerini veriyor.
Ankara, Başkonsolos da dahil 49 rehinenin serbest bırakılmasının ardından nihayet örgüte karşı bir tutum belirledi. Ankara’nın kararı İD’in kuzey Suriye’deki ilerleyişiyle birlikte, çoğu Kürt binlerce mültecinin Türkiye sınırına yığılmasıyla eş zamanlı geldi.
BM Genel Kurul’u dolayısıyla New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ABD’nin Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Katar ve Bahreyn’in desteğiyle Suriye’deki İD hedeflerini vurmasına güçlü bir şekilde destek verdi.
Erdoğan Dış İlişkiler Konseyi’nde 23 Eylül’de yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Bu hedeflere yönelik atılmış olan bu adım özellikle bölgedeki terör örgütlerine karşı yapılmış bir eylem olarak bizim de olumlu yaklaştığımız bir adımdır. Bunun tabii, böyle bir olup, ondan sonra ardından ciddi bir ara verilmesi yanlış olur diye düşünüyorum. Bu yol haritasının kararlılıkla sürdürülmesi gerekir.”
Cumhurbaşkanı Türkiye’nin koalisyona yapacağı katkıların, Ankara’ya dönüşünde ele alınacağını bildirerek Ankara’nın “üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu” söyledi.
Erdoğan katkıların askeri adımları içerip içermeyeceğine ilişkin soruyu ise “Arkadaşlar, her türlü kapsar. Askeri, siyasi hepsi…” diye yanıtladı.
İslam Devleti’ne karşı 11 Eylül’deki Cidde bildirisinde “Irak Şam İslam Devleti de dahil her türlü terörizme karşı birlikte mücadele kararlılığı” vurgulanmış ve Türkiye bu bildiriyi imzalamadığı için hem Batı’da hem de bölgede eleştirilmişti. Türkiye İD’in kendi topraklarındaki faaliyetlerine göz yummakla, hatta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı mağlup edecekleri umuduyla İslam Devleti ve benzeri radikal örgütlere destek vermekle suçlanıyordu. Bu iddiaları şiddetle reddeden Ankara ise Türk rehinelerin can güvenliği için Cidde bildirisini imzalamadığını ve ihtiyatlı bir yaklaşım sergilediğini savunuyordu.
Erdoğan’ın New York’taki demeçleri henüz somut bir adıma dönüşmese de bu açıklama şu ana kadar takınılan en net tavra işaret ediyor ve bu açıdan Batı’da Türkiye’ye ilişkin olumsuz havayı dağıtmaya yardımcı olacağı açık.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 23 Eylül’deki açıklamaları da Ankara’nın, rehinelerin serbest kalmasının ardından İD’e karşı duruşunu güçlendirme konusunda Washington’a güvence verdiğini gösteriyor. Kerry BM Küresel Terörizmle Mücadele toplantısında şöyle konuştu: “Türkiye bu koalisyonun önemli bir parçasıdır. Türkiye bu girişimlere en ön saflarda dahil olacak. Önceden rehinelerden kaynaklanan bir zorluk söz konusuydu ama şimdi bu çözüldü. Türkiye başarıyı güvence altına almak için bizimle birlikte çabalarını artırmaya hazır” Ayrıca, Ankara, Suriye’nin kuzeyindeki Kobani’den kaçan yaklaşık 200.000 Suriyeliye hızlıca kapısını açtığı için de uluslararası toplumun takdirini kazandı.
Ankara’daki diplomatlar ise Türkiye’nin İD ve El Nusra gibi diğer radikal örgütlere karşı yeni pozisyonunun rehinelerin kurtulmasından mı yoksa daha farklı kaygılardan mı kaynaklandığını anlamaya çalışıyor. Zira, Türkiye, Sünni ve Müslüman Kardeşler yanlısı gibi algılanan politikaları yüzünden bölgesinde fazlasıyla yalnızlaştı. Sadece Tahran ve bölgedeki Şii’lerden değil, Müslüman Kardeşler’e muhalif Sünni rejimlerden de uzaklaştı. Dolayısıyla, İD ve Suriye’deki diğer radikal örgütlere karşı ABD öncülüğünde kurulan koalisyona katılmaması Türkiye’nin bu yalnızlığını artırabilirdi ve Ankara’yı terörizmle mücadelenin zayıf halkası olarak gösterebilirdi.
Ankara’daki kimi çevreler, bilhassa da önemli İslam ülkelerinin harekete geçmesinin ardından, hükümetin artık İD’e karşı seyirci kalamayacağını düşünüyor. Zira onlara göre bu, Türkiye’nin bölgede giderek azalan itibarını tamamen yok edebilir. Dahası, kuzey Suriye’den gelen mülteci dalgalarının da gösterdiği gibi, Türkiye İD’in faaliyetlerinin yükünü en çok taşıyan ülkelerden biri. Örgütün Irak ve Suriye’deki faaliyetlerinin muhtelif düzeydeki yansımaları Türkiye’nin sınırlarını gün geçtikçe daha karmaşık bir hale getiriyor.
Gelişmeler, Ankara’nın bu durumla başa çıkabilmesi için uluslararası desteğe ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Ancak bu, Türkiye’nin de karşılığında uluslararası girişimlere katkı sağlamasını gerektirir, bilhassa da hem Batılı devletler hem de İslam ülkeleri bu konuda birlikte harekete geçmişken...
Ayrıca, olayların genel gidişatı, Ankara’yı geçen iki yıldır izlediği bölgesel siyaseti ılımlılaştırarak, daha esnek ve çok boyutlu yaklaşımlara sevk ediyor. Örneğin, Türkiye’nin İD’e karşı savaşa katılması halinde birlikte çalışacağı ülkelerin arasında Müslüman Kardeşler’e şiddetle muhalefet eden Mısır da var.
Hatta Müslüman Kardeşler’in yılmaz destekçilerinden Katar bile diğer Körfez ülkeleri tarafından hareketin liderlerini sınır dışı etmeye zorlandı. Erdoğan’ın son demeçleri liderlerin Türkiye’ye gelebileceğine işaret etmişti ama İD’e ilişkin son gelişmelerden sonra bu zor görünüyor.
Türkiye kuzey Suriye’deki Kürt gruplara ilişkin bakış açısını da değiştirmek durumunda. Zira Ankara bu grupları PKK’nın bir uzantısı olarak değerlendirse de Batı’nın gözünde Kürtler de İD’e karşı mücadelenin bir parçası. Pek çok Türk bundan nefret edecek olsa da Türk ordusu ve PKK bağlantılı gruplar İD’e karşı aynı safta savaşabilir.
Batı’da ABD öncülüğündeki Irak ve Suriye’deki operasyonların istenen hedeflere ulaşıp ulaşmayacağına ilişkin bir tartışma söz konusu. Türkiye’de de Ankara’nın bu savaşa katılmaması gerektiğini savunan yorumcular var.
AKP tabanının Türkiye’nin İD ve türevi örgütlere karşı savaşa katılmasına nasıl yanıt vereceği ise henüz net değil. Ancak gelişmeler, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin bir zamanlar düşünüldüğü kadar güçlü olmadığını gösteriyor. Bu da, ulusal güvenliği tehdit eden konularda bölgesel ve küresel müttefiklerle hareket etmekten başka bir seçenek bırakmıyor.