ABD’nin İslam Devleti’ne (İD) karşı Irak’taki askeri faaliyetleri genişlerken, operasyonun beklenen Suriye ayağına ilişkin birçok önemli soru hâlen yanıt bekliyor. ABD’nin Suriye politikasında, İD mevzilerinin havadan vurulmasına ek olarak karada da belli bir güç kullanımının, ağır silah ve askeri birliklerin yer alacağı anlaşılıyor. ABD, İD’in Suriye’de de yok edilmeden bertaraf edilemeyeceğini ve bunun için hava saldırılarının tek başına yeterli olmayacağını isabetli bir şekilde tespit etmiş oldu.
İD ise Rakka gibi kentlerde karargâh olarak kullandığı büyük binaları şimdiden terk etmiş bulunuyor. Militanlar, görünürlüklerini azaltarak yerel halkın içinde saklanıyor, daha yüksek hareket kabiliyeti ve gizlilik için ağır zırhlı araçları bırakıp hafif araba ve araçlar kullanıyor. Bir milyon dolarlık soru ise şu: Irak’ta Peşmerge ile Irak ordusunun üstlendiği rolü Suriye’de kim üstlenecek?
Bunun Beşar Esad rejimi olmayacağı belli. ABD yönetimi, bu seçeneği tümden reddetti. Aslına bakılırsa, Şam’ın güçlü destekçilerinden hiçbiri İD karşıtı koalisyonda yer almayacak. Birçok gözlemci bu durumu, güçlü ve iyi mevzilenmiş İD’le mücadeleyi baltalayacak büyük bir hata olarak görüyor.
İslamcı isyancılar da seçenek olamaz. Çünkü bunların çoğu, Batı’ya husumet besliyor ve doğrudan rejimi hedef almadığı sürece hiçbir yabancı askeri müdahaleye sıcak bakmaz. İD’le amansız, kanlı bir iç çekişme yaşayan cihatçı gruplar dahi sıranın sonra kendilerine gelmesinden korktukları için Batı’nın açık saldırısı olarak gördükleri bu müdahaleden hoşnut değil.
Kürt milislerin de müttefik olarak düşünülmesi olası değil. Zira Türk hükümeti, kendi ülkesinde PKK’yle yıllardır yaşadığı çatışma nedeniyle PKK ile bağlantılı grupların silahlandırılmasından kaygılı.
Bu durumda geriye bir tek “ılımlı” diye anılan Suriyeli isyancılar kalıyor. “Ilımlı” sınıflandırması, Suriye savaşı boyunca çoğunlukla bulanık bir ayrım oldu. Bu sıfatla bazen Yüksek Askeri Konsey veya “Özgür Suriye Ordusu” şeklindeki gevşek anlamlı şemsiye tanım kastedildi. Ancak her hâlükârda “ılımlı” sözcüğü “İslamcı olmayan” anlamında kullanıldı.
Silah, mali kaynak ve eğitime yapılan büyük yatırıma rağmen bu grupların rejime veya cihatçılara karşı önemli bir kazanım sağlayamamış olması “Şimdi ne değişti?” sorusunu sordurtuyor. Bu gruplar, daha önce güven telkin edemediyse nasıl oluyor da şimdi uygun bir seçenek hâline geliyor? Bunların bazıları güvenilmez olmakla kalmadı, Nusra Cephesi gibi El Kaide bağlantılı örgütlerle açıkça iş birliği yapıp ittifak etti, yoz ve beceriksiz oldukları için Batı tarafından sağlanan silahların radikallerin eline geçmesine sebep oldu.
Gerçekten de yolsuzluk ve beceriksizlik yaftası, “ılımlı” diye sınıflandırılan Suriyeli isyancı grupların çoğuna yapışmış durumda ki bunların bir kısmı ciddi savaş suçlarına da alenen karıştı. Bu özellikleri, onları karada yalnızca güvenilmez değil, muhtemelen son derece tehlikeli bir müttefik de yapıyor.
Bu gruplarla katı İslamcı örgütler arasında geçişkenlik söz konusu. Bunlara mensup savaşçılar, saflarında hoşnutsuzluk arttığında daha disiplinli, motivasyonu daha yüksek ve daha başarılı örgütlere kayabiliyor. Gittikleri bu örgütler ise İslamcı kampın istisnasız tüm türlerini kapsıyor. Ilımlı ve Selefi olanlardan tutun da düpedüz psikopat olanlara kadar... Geriye ise genelde işe yaramaz militanlar kalıyor. Savaşma kararlılığından ziyade yağma fırsatlarıyla motive olan bu kişiler, daha ilk zorlukta mevzilerini terk edebiliyor ya da kaçabiliyor.
ABD, çeşitli yapıdaki “ayıklanmış” isyancılar için Suudi Arabistan gibi gönüllü bölgesel ülkelerde eğitim kampları kurarak bu paradoksu, kısmen ve oldukça muğlak şekilde de olsa çözdüğüne inanıyor. Söz konusu isyancılar, ilk başlarda 5 bin gibi mütevazı bir sayıda olacak. Adam ve kaynak bulunması hâlinde ise zaman içinde tam anlamıyla bir ordunun kurulması gündeme gelebilecek. Görünen o ki ne adam ne kaynak sıkıntısı var. Ne var ki ılımlı isyancıları eğitip bunlardan askeri birlikler yetiştirmeye yönelik daha önce Ürdün ve Katar’da yapılan gizli girişimlerin etkili olmadığı anlaşılıyor. Bunun yanı sıra, böylesi bir süreç uzun zaman alacak. Oysa ABD önderliğindeki koalisyon, İD’i durdurup Orta Doğu’nun daha büyük bir felaket ve krize sürüklenmesini engellemekte ciddiyse zaman lüksüne sahip değil.
Bu durumda İD’e karşı geriye hangi müttefikler kalıyor? Anlaşılan hiç kimse kalmıyor. Hele de en çok umut bağlanan Suriye Devrimci Güçler lideri Cemal Maruf’un İD’le saldırmazlık anlaşması yaptığına dair haberler düşünülürse… Bu haberler doğru çıkarsa “ılımlı” Suriyeli isyancıları desteklemenin en doğru yaklaşım olduğuna dair dünyayı ikna etmeye çalışan Barack Obama yönetimi büyük bir mahcubiyet yaşayacak. İddia edilen anlaşma, 9 Eylül’deki sarsıcı saldırının ardından Suriyeli isyancıların acımasız misillemelerle karşılaşma korkusuna kapıldığının da işareti olabilir. Zira söz konusu saldırı, Ahrar El Şam’ın komuta kademesini yok etti ve bu güçlü Selefi grubu fiilen bitirmiş oldu. İD tarafından gerçekleştirildiğine dair yaygın bir kanaatin olduğu bu pervasız ve ustaca saldırı, rejim karşıtı cephenin tamamını titretti, İD’in beceri ve üstünlüklerinin zannedildiğinin çok ötesinde olabileceğini gösterdi.
Koalisyonun karadaki son büyük umudu da İD’in karşısına çıkmaktan dehşete kapılıyorsa eğer bu strateji başarısızlığa mahkûm sayılır. Bu pek şaşırtıcı sayılmaz. Zira Türkiye gibi güçlü bir NATO üyesi ve Ürdün gibi sağlam bölgesel müttefikler dahi olumsuz yansımalardan çekindikleri için İD’e karşı askeri harekâtlara katılma konusunda gönülsüz.
Dolayısıyla, karadaki kuvvetler arasında hâlihazırda İD’in karşısına çıkıp onu bertaraf etme olasılığına sahip tek güç olan Suriye rejimi ile yapılacak tatsız ve ahlaken sorunlu ittifak, tek alternatif olarak görülüyor. Rejim ordusu, bir ayı aşkındır ülkenin doğusundaki İD mevzilerini yoğun hava saldırıları ve varil bombalarıyla durmaksızın vurarak terörle mücadeledeki kararlılığını müstakbel taliplere gösteriyor.
İD’in yükselişi ve büyümesinde rejimin de bazı bölgesel aktörlerle birlikte pay sahibi olduğu, şimdi uzakta kalan bir ayrıntı gibi görünüyor. Zira artık pragmatist davranma ihtiyacı ve ortak tehdit duygusu devreye giriyor ve yeminli düşmanlar bir araya gelmeye zorlanıyor. Ya da en azından Şam böyle olacağını umuyor.