Türk-Alman film yönetmeni Fatih Akın ve onunla geçtiğimiz haftalarda mülakat yapan Ermenice-Türkçe haftalık Agos gazetesi, milliyetçi Türklerden ölüm tehditleri alıyorlar. Bu tehditlerin içerdiği mesajlar, tehdit edenlerin aldığı destek ve tehditler karşısında kamu makamlarının aldığı tutum, hem Türkiye’de bugünün atmosferine ilişkin ilginç bir tablo ortaya koyuyor ve hem de Ermeni soykırımının 100. yılı olan 2015’de Türkiye’de neler olabileceğine dair bir fikir veriyor.
“Crossing the bridge: the sound of Istanbul”, “Soul kitchen” ve “Head-on” gibi, sadece Almanya ve Türkiye’de değil bütün Avrupa’da ve dünyada beğeniyle izlenen filmlerin yönetmeni olan Fatih Akın, backgroundunda Ermeni soykırımının bulunduğu “the Cut” isimli filmini tamamladıktan sonra, 30 Temmuz tarihinde Agos gazetesine uzun bir mülakat verdi. Akın’ın bu mülakatı Türkiye’de büyük bir ilgiyle karşılandı. İlginç şeyler söylüyordu Akın.
Örneğin bu mülakat sayesinde Akın’ın, 2007 de bir suikasta kurban giden Agos’un eski genel yayın yönetmeni Türk Ermeni gazeteci Hrant Dink’in hayatını konu edinen bir film çekmek istediğini, ancak kontakt kurduğu Türk oyuncuların hiç birisinin bu rolü oynamayı kabul etmediğini öğreniyorduk.
Akın bu filmi çekemeyenince, bu defa, 1915’deki katliamlardan kurtulan ve ardından dünyanın dört bir tarafında kızlarını arayan bir Türkiye Ermenisi’nin hikâyesini anlatmak için kamera arkasına geçiyor. Akın, filmin senaryosunu Almanca olarak kaleme almış. Fakat daha sonra, filmi İngilizce çekmeye karar verince Martin Scorsese’nin efsanevi filmlerinde imzası bulunan Iraklı Ermeni kökenli Mardik Martin’den yardım istiyor. Martin senaryoyu sadece İngilizceye çevirmiyor, Akın’ın deyimiyle senaryoyu değiştiriyor ve yoğunlaştırıyor. Filmin başrollerinde Cezayir kökenli Fransız oyuncu Tahar Rahim, Türkiyeli Bartu Küçükçağlayan gibi oyuncular yer alıyorlar. Akın, Tahar Rahim’in çocuklarını arama macerasına ilişkin bu filmi, Ürdün, Küba, Kanada, Malta ve Almanya’da çekiyor.
Filmin ilk gösterimi Venedik Film festivalinde gerçekleştirilecek. Filmin şu an için sadece fragmanı gösterimde.
Akın Agos’a verdiği mülakatta The Cut’ın Ermeni soykırımı üzerine yapılmış bir film olarak görmediğini söylüyor. “Bir macera filmi” olarak niteliyor The Cut’ı. Filmi çekerken hiç bir siyasi amacı olmadığını, en büyük umudunun da “filmin hak ettiği şekilde Türkiye’de gösterime girmesi, büyük ve modern salonlarda izlenmesi” olduğunu söylüyor.
Her ne kadar Akın, The Cut’ı bir soykırım filmi olarak görmese de, filmin Türkiye’de herhangi bir film gibi muamele görmeyeceğinin de farkında. Ne de olsa “The Cut” bir Türk yönetmenin 1915’e temas ettiği ilk film olacak. Ancak Akın’ın filmin Türkiye’de herhangi bir şekilde sorunla karşılaşmadan gösterilebileceğine dair hayli umutlu olduğu Agos’a verdiği mülakattaki şu sözlerinde açıkça görülüyordu: “...şundan eminim ki, benim de parçası olduğum Türk toplumu bu filme hazır.”
Fakat Akın’ın bu mülakatının yayınlanmasının hemen ardından, aşırı milliyetçi Türkçü Turancılar Derneğinin Twitter hesabından yayınladığı aşağıdaki mesaj, işlerin hiçte öyle Akın’ın düşündüğü gibi olmayabileceğini gösteriyor.
Mesajda şunlar söyleniyor: “...Fatih Akın’ın sözde Ermeni soykırımını anlattığı ‘The Cut’ isimli filminin Türkiye’de gösterilmesi için Agos gazetesi önderliğinde çalışmalar yürütülüyor. “Bizler (...) 2015 yılı öncesinde sözde Ermeni soykırım yalanını Türkiye’de kabul ettirmek için planlanan senaryonun ilk ayağı olan ‘The Cut’ isimli filmin Türkiye’de gösterime girmesine izin vermeyeceğiz.
“Agos gazetesini, Ermeni faşistleri, sözde aydınları açık şekilde TEHDİT EDİYORUZ. O film Türkiye’de tek bir sinemada yayınlanmayacak. Beyaz berelerimiz ve Azerbaycan bayraklı planörümüzle gelişmeleri takip ediyoruz. Hodri meydan!”
Tehdit mesajında kullanılan “beyaz bere” ibaresinin özel bir anlamı bulunuyor. 2007 yılında Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni Hrant Dink, gazetenin hemen önünde ensesine sıkılan tek kurşunla hayatını kaybettiğinde, katil zanlısı Ogün Samast beyaz bir bere giyiyordu. O günden bu yana, beyaz bere, özellikle Ermenileri hedef alan ırkçı ve milliyetçi gösterilerin sembolü haline geldi.
Akın ve Agos’u hedef alan bu açık tehdit mesajında da yine “beyaz bereye” atıfta bulunulduğu görülüyor. Turancılar Derneğinin yayınladığı bu tehdit mesajının ardından, başka aşırı milliyetçi grupların yine sosyal medya üzerinden, bu tehdit mesajını destekleyen mesajlar yayınladıkları görüldü.
Bu ırkçı tehdit mesajının yayınlanmasının ardından meydana gelen olaylar, kamu makamlarının 2007’de öldürülen Hrant Dink’in katlinden hiçbir ders çıkarmadıklarını gösteriyor. Dink de tıpkı yukarıdakine benzer tehditler aldıktan sonra hedef haline getirilmiş ve öldürülmüştü.
Türk Ceza yasasına göre yukarıdaki sözler hem “tehdit” olması ve hem de açıkça “bir nefret söylemi” niteliğinde olmaları nedeniyle bir dizi suç oluşturuyorlar. Bu suçların kovuşturulması için de mağdurların şikâyette bulunmaları gerekmiyor; savcılar kendiliğinden bu suçları soruşturma ve gerekli tedbirleri alma yetkisine sahipler. Ancak, ne yazık ki, azınlıkları hedef alan nefret söylemleri savcıların dikkatini çekmiyorlar.
Al-Monitor’a konuşan Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Rober Koptaş da, kamu makamlarının bu tür tehditler karşısındaki hareketsizliklerine dikkat çekiyor. Bu tür tehditlere alışık olduklarını belirten Koptaş, “Bizim için çok olağandışı bir durum değil, ama zaten olağan dışı olmaması nasıl bir ortamda yaşadığımızı gösteriyor” diyor. Polis ve Savcılığın, maruz kaldıkları tehditlere ilgi göstermediğini şu sözlerle ifade ediyor: “Yine biz şikâyetçi olduk, hâlbuki bizden önce polisin ve yargının harekete geçmesi gerekirdi. Özel bir korunma talebimiz yok; ancak biz, genel yayın yönetmeni kendi gazetesinin önünde öldürülmüş bir yayınız; dolayısıyla bize yapılan tehdidin emniyet ve savcılar için özel bir anlamı olmalı.” Koptaş aynı zamanda hükumetten hiç bir yetkilinin kendilerini aramadığına ve basına bir açıklamada bulunmadığına dikkat çekiyor.
Yukarıda aktardığım tehdit mesajı, Ermeni soykırımının 100. yılına denk gelen 2015’in Türkiye’de bazı gerilimlere ve sorunlara gebe olduğunu gösteriyor. Daha önce Al-Monitor için kaleme aldığım bir yazıda da belirttiğim gibi, bir süreden beri Türkiye’de Ermeni soykırımı geçmişle mukayese edilemeyecek şekilde özgür bir şekilde tartışılıyor; 24 Nisan günlerinde Türkiye’nin değişik illerinde anma törenleri düzenleniyor. Ancak soykırımın 100. yılına giderken, yukarıdaki örnekten görüldüğü gibi, aşırı milliyetçi grupların da belli bir teyakkuz içine girdikleri anlaşılıyor.
Fatih Akın’ın filmine yönelik tehdit, Türkiye’de belli kesimlerin hoşgörüsüzlüğünde hiç bir eksilme olmadığını ve hukuk sisteminin tepki vermedeki başarısızlığı nedeniyle, diledikleri biçimde insanları hedef alabildiklerini gösteriyor. Geçmişten hiçbir ders alınmadığı görülüyor.