Washington merkezli saygın sivil toplum kuruluşu Freedom House, 3 Şubat’ta Ankara’da Türkiye’de iktidarın medya özgürlüğü üzerindeki baskı ve sınırlamalarını mercek altına aldığı “Demokrasi Krizi: Türkiye’de Yolsuzluk, Medya ve İktidar” başlıklı özel raporunu tanıttı.
Freedom House bu raporun hazırlanması amacıyla bir heyetinin kasım 2013’te Türkiye’yi ziyaret ederek gazeteciler, STK’lar, iş dünyasının önde gelenleri ve üst düzey hükümet görevlileri ile görüştüğünü belirtiyor. Raporda, iktidarın son 7 yıldır medya özgürlüğünü kısıtlamak için kullandığı gözdağı, hapis ve telefon dinlemelerinin yanı sıra bir cezalandırma ve sindirme aracı olarak işten çıkarmaların da medya patronlarıyla girilen çıkar ilişkileri sayesinde yaygın biçimde uygulandığı kaydediliyor.
Bu baskıların doğal sonucu ise Türk medyasını, halkı doğru ve objektif biçimde bilgilendirmek olan temel işlevini yerine getirmekten büyük ölçüde alıkoyan boğucu bir oto-sansür ve sansür atmosferidir.
Raporda “Türkiye’de görüşülen ana akıma mensup editör ve muhabirlerin, Başbakan Erdoğan’ın bürosundan medya organlarına, yayımlanan eleştirel haber ve yorumlar hakkında öfke dolu telefonlar açıldığını, haberlerin değiştirilmesinin ya da bazı haberlerin küçük gösterilmesinin istendiğini ve hatta medya patronlarına ismi zikredilen bazı gazetecileri kovmaları için baskı yapıldığını söyledikleri” de yer alıyor.
Durum böyle olunca, raporda belirtildiği gibi hem iktidarların hesap verebilirliği hem de kamuoyunda sağlıklı bir tartışma ortamı için önemi hayati olan medya bu görevini yapamaz hale geliyor.
Yine raporda, muhalefetin zayıf, yargının ise bağımsız olmadığı bir Türkiye’de medyanın işlevini engellenmeden yerine getirebilmesinin ise demokrasinin işlerliği açısından temel öneme sahip bulunduğunun da altı çiziliyor.
Ve nihayet Türkiye kamuoyu Şubat 2014’te, gazetecilerin üç ay önce Freedom House’a dert yandıkları, “Başbakanlık ofisinden açılan sansür telefonları” gerçeğini en sarsıcı haliyle öğrenmiş bulunuyor.
Bunu da maalesef, AKP-Gülen Cemaati çatışmasının 17 Aralık’ta büyük ve vahim hükümet yolsuzluklarını hedef alan operasyonlarla topyekun bir savaşa dönüşmesine borçluyuz.
4 Şubat’ta internete düşen bir ses kaydı sayesinde, Gezi Direnişi’nin en civcivli günlerinden olan 4 Haziran’da bir resmi ziyaret için Fas’ta bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sırada merkezi İstanbul’da olan Habertürk adlı TV kanalını seyrettiğini ve ekranda, milliyetçi muhalefet MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’den alınmış bir cümlenin altyazıyla anons edildiğini görünce kızıp kanal yöneticisi Fatih Saraç’ı bizzat arayarak bu altyazıyı nasıl kaldırttığını öğrendik.
Bu ses kaydının, yolsuzluk soruşturmaları kapsamında, söz konusu kanal yöneticisinin de izlendiği “yasal dinlemeler” sırasında elde edildiği iddia ediliyor. Bunu doğru kabul etsek bile, doğru ve yasal olmayan, soruşturma dosyasındaki bu delilin internet ortamına düşürülerek AKP-Cemaat çatışmasının bir cephanesi olarak kullanılması...
Ancak, Başbakan Erdoğan’ın halkın haber alma hakkını kanal yöneticilerini arayarak bizzat engellediğinin bilinmesinde kamuoyunun yüksek menfaati bulunduğunun da tartışılır bir tarafı olamaz. Dolayısıyla bu ses kaydının sızdırılmasının yasal olup olmamasının kamuoyunun bilgilenmesi açısından içerdiği büyük değer karşısında bir anlamı yok.
Ses kaydı, Başbakan’ın sansürcü müdahalesini nasıl bir doğallık ve rahatlıkla yaptığını, muhatabı kanal yöneticisinin ise Başbakan’ın sözlerini bir talimat olarak kabul ettiğini göstermesi açısından son derece ilginç.
Bu arada Fatih Saraç’ın iktidara yakın bir yönetici olarak tanındığının bilinmesinde fayda var.
Başbakan’ı sinirlendiren ekran alt yazısında, MHP lideri Bahçeli’nin partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmadan bir bölüm aktarılmıştı. Burada Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü Gezi Direnişi nedeniyle oluşan krize müdahale etmeye çağırdığı haber veriliyordu. Bahçeli’nin bu açıklamasının birçok TV kanalı ve internet sitesi tarafından duyurulduğunu ekleyelim.
Ses kayıtlarında Başbakan Erdoğan’ın Fatih Saraç’la konuşmaya başlamadan önce çevresindeki bir şahsa ya da şahıslara Şaraç’ı kastederek, “Bunlar bir alem, diğerleri bir alem. Böyle tek tek arayıp konuşacaksın” dediği duyuluyor.
Başbakan, Fatih Saraç’a özetle şunları söylüyor:
“Fatih bak şu anda ben Fas'ta televizyon izliyorum burada. Şimdi Bahçeli'nin bütün konuşmaları, altta şimdi bant olarak ayrıca geçiyor. Ve orada sürekli olarak bu bantta işte ‘Cumhurbaşkanı'nın birinci görevi görüşmeler yapmak değil, bu görüşmelerin dışında bu durumu düzeltmektir. Görüşmeler üzerinden ülkeyi huzura kavuşturacak adımları atmaktır’... Yani Bahçeli hep öyle demiş, devamlı şimdi bunu bant olarak geçiyor.”
Başbakan’ın hemen her cümlesine Fatih Saraç “Evet efendim, tamam efendim, emriniz olur” diyerek tepki veriyor.
Başbakan Erdoğan, “Hemen şey yapmanız gerekiyor” diyor; Saraç da “Şimdi yapıyorum, şimdi yapıyorum efendim” diye cevap veriyor.
Ardından Fatih Saraç’ın Başbakan’ın “talimatını” uygulatmak, yani Bahçeli’nin açıklamasını sansürlemek için kanalın haber müdürü Abdullah Kılıç’ı aradığını ve onunla konuşması sırasında “Başbakan kendi yetkisini ve gücünü paylaşmak istemiyor” dediğini duyuyoruz.
Böylece Bahçeli’nin sözlerinin Başbakan’ı neden sinirlendirdiğini de anlıyoruz. Çünkü Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül’ün Gezi krizine müdahale etmesini istemiyor. Erdoğan, iktidardan aldığı tüm güç ve yetkiyi bu bahiste de sadece kendisi kullanmak istiyor.
Başbakan Erdoğan’ın geçen haziran başında gezi krizi nedeniyle arkasında yangın yerine dönmüş bir ülke bırakarak Mağrip turuna çıktığı sırada Cumhurbaşkanı Gül, Gezi direnişçilerine hitaben empati içeren, yatıştırıcı mesajlar veriyordu.
Erdoğan’ın Habertürk yöneticisini arayarak Bahçeli’nin açıklamasını sansürletmesinden bir gün önce Gül şunları söylemişti: “Demokrasi demek sadece seçim demek değildir. Seçimlerin dışında da farklı görüşler, durumlar ve itirazlar varsa bunların da çeşitli yollardan dile getirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Barışçı gösteriler de tabii ki bunun bir parçasıdır. Son günlerdeki gelişmeleri bu çerçeve içerisinde görüyorum. (...) İyi niyetli olarak verilen mesajların da alındığının bilinmesini isterim.”
Erdoğan’ın süreçlerin tamamını bizzat, doğrudan ve mikro düzeyde kontrol ederek çalışan bir idareci olduğunu biliyoruz.
Yokluğunda Gül’ün gezi krizinde yapıcı bir rol üstlenmesi ihtimaline karşı verdiği sansürcü reaksiyon da bir “micromanagement” örneği... Bir televizyon ekranındaki küçük bir haber altyazısını sansürlemek için kuzey Afrika’nın en batı ucundan, kendisine yakın kanal yöneticisini bizzat arıyor.
Diğer taraftan, Başbakan Erdoğan’ın Habertürk TV yöneticisi Fatih Saraç’ı kanalın yayını sansürlemek amacıyla bizzat aramasının 4 Haziran’daki olayla sınırlı kalmadığı görülüyor. 8 Şubat’ta internete düşürülen bir başka ses kaydında bu kez 14 Haziran’da Başbakan’ın yine Fatih Saraç’a telefon açıp o sırada diğer birçok TV kanalı gibi Bahçeli’nin basın toplantısını naklen yayımlayan Habertürk’ün bu yayınını kestirttiğini öğrendik.
Tek başına bu iki olay bile Türkiye’deki medya özgürlüğünün ve dolayısıyla demokrasinin aslında ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.