Bazıları "sessiz devrim" diye adlandırıyor; bazıları ise "dağ fare doğurdu" diyor. Ulusalcılığın temel ilkelerini aşındırdığı için "hainlik" diye tanımlayanlar da var.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Pazartesi günü(30 Eylül) açıkladığı dört gözle beklenen "demokratikleşme paketinin" gittikçe kutuplaşan bir ülkede nasıl yankı bulduğu bireylerin siyasi bakış açılarına göre değişiyor. Nitekim, pakete yönelik olumlu ve olumsuz yaklaşımların gerekçeleri Al-Monitor'da çıkan yazılarda da kapsamlı bir şekilde ele alındı.
Örneğin, Kürtler ve Aleviler paketin bazı olumlu tarafları olsa da pek çok demokratik beklentiyi karşılamakta yetersiz kaldığını düşünüyor. Başta Rum cemaati olmak üzere Hristiyanlar ve diğer kesimler ise paketin içinden kendileri için hiç bir kazanım çıkmadığına inanıyor.
Lakin, paketin tartışmasız şekilde öne çıkan bir tarafı da var. Azınlıklara getirdiği kazanımlar bir yana, paket, geçmişteki laik iktidarlar tarafından mütedeyyin Sünnilere uygulanan başlıca kısıtlamaları kaldırdı. Çoğunluğu Erdoğan'ı destekleyen İslamcı kesim de bu nedenle paketten oldukça memnun. Hükümet yanlısı basının paketi sıcak bir şekilde karşılaması da bu memnuniyeti yansıtıyor.
Rasim Ozan Kütahyalı'nın konuya ilişkin Al-Monitor'a 1 Ekim'de yazdığı makale hükümetin azınlıklara yönelik atmaya hazırlandığı önemli adımları listeliyor. Kütahyalı'nın da paketi "sessiz bir devrim" olarak gördüğü açık.
Öte yandan, Cengiz Çandar, Orhan Kemal Cengiz, Yavuz Baydar ve Tülin Daloğlu'nun da aralarında bulunduğu diğer Al-Monitor yazarlarının pakete ilişkin yorumları tablonun hiç de pembe olmadığını gösteriyor. Bu yorumların temelinde Erdoğan'ın demokratikleşme konusundaki samimiyetine ilişkin şüpheler yatıyor.
Örneğin, uluslararası basın hakları kuruluşları Türkiye'yi dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine benzetirken, Erdoğan’ın Pazartesi günü açıkladığı paket bu olumsuz intibayı düzeltecek hiçbir adım içermedi.
Aksine, yayın politikaları keskin bir şekilde hükümet karşıtı olan gazete ve haber kanallarının Erdoğan'ın basın toplantısını izlemesine izin verilmedi. Bu durum olumsuz intibayı daha da derinleştirdi. Üstelik toplantının amacı ülke demokrasisinin daha da güçlendirilmesiydi.
Bu arada ülkenin demokrasi ve insan hakları alanındaki karnesine çok ciddi olumsuz yansımaları olan Gezi Parkı protestolarının Türkiye üzerindeki sersemletici etkisi de halen sürüyor.
Seyrek de olsa halen devam eden bu protestolar demokratik gösterilere yönelik hoşgörüsüzlüğü ve hükümet karşıtı göstericilere uygulanan aşırı polis şiddetini bir kez daha gözler önüne serdi. Bu şiddet, Uluslararası Af Örgütü'nün hükümeti sert bir şekilde eleştirdiği Türkiye raporunun da odağında yer aldı.
Gezi Parkı protestoları bunların yanı sıra, hükümetin polisi korumaya ne denli hazır olduğunu da gösterdi. Erdoğan'ın "kahramanlar" diye seslendiği polisler gerçek bir demokraside uyguladıkları aşırı şiddetin hesabını verirlerdi, özellikle de bu şiddet can kayıplara neden olduysa...
Göstericilerin ölümüyle sonuçlanan olaylara karışan bazı polis memurları hakkında yasal süreç başlatıldığı doğru. Lakin, bu davalar hükümetin insan haklarına ve demokrasiye duyduğu içtenlikli saygı nedeniyle açılmadı. Zira, bunlar bütün kısıtlamalara ve tehditlere rağmen bu konuları sümen altı etmeyi reddeden kararlı basın kuruluşlarının başarısıydı.
Bu eleştirileri öngören Erdoğan “demokratikleşme paketine” ilişkin basın açıklamasına mazeretlerle başladı. Paketin her talebi karşılamayacağının farkında olduğunu belirten Erdoğan bu talepler için benzer paketlerin hazırlandığını söyledi. Bu, elbette hükümetin açıkladığı ilk demokratikleşme paketi değil. Her ne kadar yetersiz görülseler de geçmiş paketler özellikle Kürtler için önemli açılımlar sağlamıştı.
Son paket de geçmişteki örneklerine benzer şekilde ülkenin acil demokratik ihtiyaçlarını karşılayacak kapsamlı bir yaklaşım ortaya koymuyor. Bunun yerine hükümetin "azar azar demokratikleşme" yaklaşımını devam ettiriyor.
Pakette, bilhassa Kürtlerin haklarıyla ilgili ulusalcı Türkleri rahatsız eden bazı konular olduğu doğru. Lakin Erdoğan, eğer gerçekten istiyorsa, bu kesimden gelen eleştirilerin üstesinden gelip, özde bir “sessiz bir devrim” yapabilir. Zira bunun için yeterli seçmen desteğine sahip görünüyor.
Erdoğan cesur adımlar atmasına olanak tanıyacak siyasi bir güce sahip olmasına karşın bu adımları atmıyor. Bu da kendisinin hala aşmaya hazır olmadığı bazı sınırları olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim Erdoğan'ın geçmişte ve bugün açıkladığı demokratikleşme paketlerine yönelik şüpheleri besleyen temel unsurlardan biri de budur.
Lakin, yukarıda bahsedildiği gibi Erdoğan'ın demokratikleşme paketinden gerçekten kârlı bir kesim de var ve bu kesim iktidarı destekleyen İslamcı tabandır. Zira, paket kamu kurum ve kuruluşlarında türbanı serbest bırakıyor. Gerçi, bu kurumlara polis, askeriye ve yargı dahil değil; ama Erdoğan’ın söz verdiği gelecek paketlerde bu kurumlardaki kısıtlamalar da kalkabilir.
Bu adım İslamcılar için büyük bir kazanımdır. Zira artık yalnızca kamu kurumlarında değil, genç ve etkiye açık zihinlere nüfuz edebilecekleri öğretmenlik gibi kamusal pozisyonlarda da dini kıyafetleriyle çalışabilecekler. Bilindiği gibi bu laik Kemalist yapılanmanın bugüne kadar hararetle karşı çıktığı bir şeydi.
Bir yandan Sünnilere böylesine tartışmalı kazanımlar sunan hükümetin, öte yandan Alevilerin temel taleplerini reddetmeyi sürdürmesi de önemli bir noktadır. Nitekim Aleviler yalnızca dini kimliklerinin tanınmasını değil, ağırlıklı olarak Sünnilerden oluşan bir resmi düzende ayrımcılığa karşı yasal koruma da talep ediyor.
Erdoğan'ın paketi dini konularda işlenen nefret suçlarına ceza artırımı öngörüyor. İnsanların “dini inancının gereğinin yerine getirilmesinin engellenmesi” de ceza kapsamına alınıyor. Bu normalde Sünni çoğunluğa sahip bir ülkede, Alevileri, Yahudileri ve Hristiyanları ayrımcılıktan ve sataşmalardan koruyacak bir adım olarak memnuniyetle karşılanırdı.
Lakin Türkiye dünyaca ünlü piyanist Fazıl Sayı'ın, İslami değerlere hakaretten yargılandığı bir ülkedir(ki kendisi bu suçlamayı reddediyor). Erdoğan’ın paketi dava açma meraklısı Türk savcılarına, öznel ve dini görüşlerine göre değerlendirmeler yaparak İslam’a veya Hz. Muhammed’e hakaret ettiği varsayılan herkese karşı dava açma yetkisi veriyor. Üstelik bu savcıların sayısı azımsanmayacak kadar çok.
Geçmiş tecrübeler ise aynı savcıların anti Semitizm söylemine başvuran ya da Alevilerin, Ermenilerin veya Rumların dini hassasiyetlerini inciten kişilere aynı muameleyi uygulayacağından şüphe ettiriyor. Dolayısıyla bu açılım Sünnilerin korunması ve haklarının genişletilmesi için kullanılabilir. Ayrıca Sünnilerin bu suretle sahip oldukları ayrıcalıklı ve korunaklı yerden toplumu etkileme kabiliyetlerini artırabilir. Bazı yorumcular bunu "Tersinden Kemalizm" diye açıklıyor.
Dolayısıyla Erdoğan'ın son "demokratikleşme paketinden" gerçekten kârlı çıkan kesim açıkça ortadadır. Bu gerçek Erdoğan’ın ona oy vermemiş kesimlerin güvenini kazanmasını ve onları iyi niyetli bir demokrasi anlayışı olduğuna ikna etmesini zorlaştıracaktır.
Bir başka deyişle, görünüşte demokrasiyi güçlendirme amacını taşıyan paket, bu amacından ziyade zaten bölünmüş bir Türkiye’nin daha da kutuplaşmasına neden olabilir.