Mısır’da 30 Haziran gösterilerinde kadınlar, Muhammed Mursi’yi istifaya çağıran sloganlarla sokakları inletti. Sesleri erkeklerden daha gür çıkan kadınlar, ortak ve kararlı bir dil benimsedi, azimlerini ortaya koydu. Kimi kadın göstericiler, çok çarpıcı pankartlar taşıdı. “Darbe biziz!” gibi sloganlar, birçok kadının gerici olarak gördüğü Mursi yönetiminin politikalarından duyulan hüsranı yansıttı.
Mart ayında Müslüman Kardeşler, artan baskıya rağmen toplumun yarısını göz ardı etmiş ve kadınlara karşı her türlü şiddetin sona ermesini isteyen bir BM karar tasarısını çok sert ifadelerle kınamıştı. Müslüman Kardeşler’in açıklamasına göre tasarı, “toplumun tamamen çözülmesine” yol açacaktı. Bu tür açıkça gerici tutumlar, birçok Mısırlı kadının korkularını haklı çıkarmıştı, yani Müslüman Kardeşler’in çağdaş ve ilerici imajı, en az demokrasi söylemi kadar koftu.
Müslüman Kardeşler, faal bir kadın koluna sahip olsa da kadınların “rehber” konumuna gelmesi kesinlikle yasaktır, danışma kuruluna ise katılmaları bile mümkün değildir. Hareketin başlıca kadın kadrosunu kadın hakları savunucusu olarak tarif etmek, en alicenap tanımlarda bile zordur. Örneğin, ocak 2011 sonrası kısa süre görev yapmış olan parlamento alt kanadına seçilen dokuz kadından biri Azza El Garf’ı ele alalım. Garf, kadının kocasını boşama hakkını şiddetle eleştirmiş, masum hayatları söndürmeye devam eden kadın sünnetine konan yasağa karşı çıkmıştı.
Mısır’da İslamcılarla kadınların hikâyesi, ülkede bugün süren büyük toplumsal kutuplaşmaya ve kimlik savaşına ışık tutabilir. Siyasal İslam’ın 1970’lerde yükselişi, İslami kıyafeti yaygınlaştırmaya dönük kapsamlı bir kampanyayla birlikte olmuştu. Esasen Mısır’da türbanın yaygınlaşması, siyasal İslam’ın yükselişiyle eşanlamlı olup bu akımın kitlelere ne denli hitap ettiğinin göstergesidir. Müslüman Kardeşler’in kadın mensupları olan “kız kardeşlerin” yanı sıra, üye olmadan harekete destek veren veya sempatiyle bakan kadınların sayısı da artmıştı. Kara çarşaf da Mısır’da sıkça görülmeye başlamış ve zaman içinde çeşitli Selefi grupların yükselişiyle yaygınlaşmıştı. Benzer şekilde, sadece faal Müslüman Kardeşler mensupları değil, diğer destekçiler ve sempatizanlar da çarşaf giymeye başlamıştı.
Ancak bu arada fark edilmesi zor bir kayma oldu. 1990’ların sonuna gelindiğinde Mısır genelinde türban ve çarşafın yaygınlığı, ne Müslüman Kardeşler’i ne de Selefileri destekleyen farklı bir muhafazakâr Müslüman grubunu doğurdu. Bu kesimin siyasi eğilimi ve kimlik duygusu, Mübarek döneminde uyku halinde kalırken, ocak 2011 devrimiyle birlikte canlandı. Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sayesinde bu kesim, diğer birçok Mısırlı gibi, siyasi kimliğini tanımlama, çeşitli siyasi partileri keşfetme zorunda kaldı. Doğal olarak birçok kimse, İslamcı partilere yöneldi. Ancak bazıları, bu partileri seçmediği gibi onları boykot etti. Batı medyasının geniş anlamda tarif ettiği liberal ve İslami kamplar, aslında gevşek çizgilerle ayrılmış İslamcı ve İslamcı olmayan kamplardı. Bu kamplarda yer alan birçok kararsız seçmen, Mısır’ın karmaşık siyasi sahnesine tesir eden çok sayıdaki değişken dinamik nedeniyle iki taraf arasında gidip geldi.
Ne gariptir ki Mursi’nin seçilip bir yıl görev yapması sayesinde birçok insan, özellikle de kadınlar, siyasi ve dini kimliklerini yeniden keşfetti. Zaten İslami kılık kıyafete uyan kadınları, ahlakın toplum için tek kurtuluş olduğuna ikna etmeye çalışmak, İslamcılar adına oldukça kibirli bir yaklaşımdı. Çoğu, hayatlarını kazanmak için zaten harıl harıl çalışan bu kadınlar, eşitlik ve adalet özlemi içerisindeydi, ancak Mursi döneminde bunlardan hiçbirini elde edemedi. Bazı olup bitenler ise birçok kadını şaşkınlığa uğrattı. Örneğin kadınlar, genç bir kadın aktivistin Müslüman Kardeşler’in bir mensubu tarafından tokatlanarak yere devrildiğine, Şura Konseyi İnsan Hakları Komisyonu üyelerinden birinin Tahrir’de yaşanan tecavüzlerden kurbanları sorumlu tuttuğuna tanık oldu. Cinsel şiddetin eskiden de var olduğu bir gerçektir. Ancak Mursi, bu suçla mücadele konusunda sadece göstermelik bazı adımlar attı. Ne yazık ki 30 Haziran’da yaşananlar da, cinsel şiddetin tüm çabalara rağmen hâlâ büyük bir sorun olmaya devam ettiğini kadınlara korkunç bir şekilde hatırlatmış oldu.
30 Haziran olayları, muhafazakâr Müslümanların otomatik olarak siyasal İslam’a bağlı olduğu efsanesini çökertti. Müslüman Kardeşler, sıradan Müslüman erkek ve kadınların korkusuzca karşılarına dikilmesini hazmedemedi. İşte bu nedenle Müslüman Kardeşler’in darbe söyleminde Kıptilerin dahli vurgulanmakta ve muhalifler, askerin propagandasına kanmış saf insanlar olarak resmedilmektedir.
Ne gariptir ki 30 Haziran, aynı zamanda Müslüman Kardeşler’in “kız kardeşlerin” önemini kavramasına yol açtı. Eskiden daima erkeklerin hâkimiyetinde olan mitingler, erkek ve kadınların birlikte katıldığı gösterilere dönüştü. Kadınlar birdenbire gösterilerde sıcak karşılanır oldu, katılma konusunda teşvik edildi. Tıpkı kadınların seçim zamanında sıcak karşılanması ve oy kullanmaya teşvik edilmesi gibi.
Bu, bana Müslüman Kardeşler’in ABD’ye 2012’de yaptığı “sempati kazanma çıkarmasını” hatırlattı. İlerici ve çağdaş bir parti imajı vermek için heyete kadınlar dâhil daha genç üyeler alınmıştı. Müslüman Kardeşler’e yönelen şiddet olayları sırasında Mursi’nin kadın destekçileri de hayatlarını kaybedince, "kız kardeşler” bir basın toplantısı düzenledi ve haklı olarak o alçak cinayetleri kınadı. Ne var ki “kız kardeşlerin” kamuoyundaki bu çıkışı, bir önceki askeri geçiş döneminde hayatını kaybeden, İslamcı olmayan göstericilere ilişkin sessizliklerini akla getirmekte ve soru işaretlerine yol açmaktadır.
Doğrusu, yeni yönetimde kimi olumlu gelişmeler de yok değil. Yılların feministi gazeteci Sekine Fuad, geçici cumhurbaşkanının kadın işlerinden sorumlu danışmanı olarak atanırken, tümü iyi bilinen ve saygın isimler olan üç kadın da bakan oldu. Birkaç yıl önce bekâret kontrolleriyle itibar kaybeden ordu, taktik değiştiriyor ve kadın hakları yanlısı bir imaj oluşturmaya çalışıyor.
Bunlar işe yarar mı? 30 Haziran sonrasında Mısır, kadınlar için daha iyi bir ülke olabilir mi? Mısır sokaklarında hâlâ kadınların öldüğü bir ortamda iyimser olmak kolay değil. Ancak şu açıkça ortaya çıkmıştır ki Mısırlı kadınların azmi ve kararlılığı, artık güçlü bir silah haline gelmiştir. Kraliçe Hatşepsut’tan yazar Neval El Saadavi’ye kadar Mısır’da kadın hakları hareketi, binlerce yıllık bir tarihe sahiptir. Mısır’ı yönetirken kadınları baskı altına alan tüm rejimler, tarihe olumsuz bir şekilde geçti. Mursi yönetimi de bunda istisna değil. Mısırlı bir feministin resminden korkup onu tarih kitaplarından çıkaranlar, darbe olsun olmasın Mısır’da asla ayakta kalamazdı. Ülkeyi şu an perde arkasından yöneten askeri cunta da, “gerçek” demokrasi sözlerini tutmadığı, siyasi görüşlerine bakılmaksızın kadınlara haklarını tanımadığı ve Mısır’da o korkunç cinsel şiddetle mücadele etmediği takdirde aynı kaderi paylaşacaktır.
Mısır’ın geleceği, kadınların ilerlemesine bağlıdır. Reformların hayata geçirilmesi olmazsa olmazdır. Bu, sadece devlet için değil, gösteriler sırasında kadın mensuplarını korumak zorunda olan siyasi partiler için de geçerlidir. Müslüman Kardeşler de, Mısır halkının desteğini geri kazanma konusunda ciddiyse eğer, iç dinamiklerini etraflıca gözden geçirmeli, kadın haklarına bakışını yenilemeli ve “kız kardeşleri” sırf bir imaj oluşturma aracı olarak görmekten vazgeçmelidir.
Nervana Mahmoud, Ortadoğu konuları üzerine yoğunlaşan bir yazar ve blog sahibidir. Twitter hesabı: @Nervana_1