Eğer Başbakan Erdoğan’a inanacak olursak, protestoların arkasındaki isimler “faiz lobisi,” “yabancı güçler,” ve Türkiye içindeki “işbirlikçiler.” Başbakan’ı destekleyenlerin elinde daha da ilginç isimler var: olayları güya kışkırtan Amerika, Britanya, Fransa, İran, İsrail, Rusya, ve Suriye ajanları.
Bu kadar farklı çıkarları ve öncelikleri olan ülkeler Türkiye’yi bu kadar çabuk ve kolayca karıştırmak üzere nasıl anlaştılar, bunu bilmiyoruz.
Ancak Başbakan Erdoğan’ın komplo teorilerine sarılması çok garip bir çelişki içeriyor: 2002’de iktidara geldiğinden beri Başbakan’ın en önemli önceliği Türkiye’nin küresel yatırımcılarla ve yabancı ülkelerle ilişkilerini düzeltmek olmuştu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin son on sene içindeki başarılarına bakacak olursak – ekonomin büyümesi, Türkiye’nin artan küresel prestiji, ve askerin siyasetten çekilmesi – hepsinde uluslararası desteğin önemli bir rolü olduğunu görebiliriz.
Tabi burada amaç Erdoğan’ın arkasındaki halk desteğini görmezden gelmek değil. Zira Başbakan Türkiye’nin geniş kesimlerine hitap edemeseydi, AKP geçtiğimiz senelerdeki fırtınalara karşı koyamazdı. Zaten AKP’yi de yabancı güçler değil, Türkiye’de vatandaşların oyları iktidara getirdi ve orada tuttu.
Ancak Türkiye’ye geçtiğimiz on yılda gelen 120 milyar dolardan fazla dış yatırım olmadan da ekonominin böylesi bir büyüme göstereceği şüphe götürür. Yine 2007-2008 döneminde oluşan askeri darbe ve Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davası tartışmalarında Batı ülkelerinin desteği olmadan Türkiye’de demokrasi hayatta kalabilir miydi bu da meçhul.
İşte bu da tam olarak Başbakan’ın komplo teorilerindeki temel çelişkiyi ortaya koyuyor: yönetimini sağlamlaştırmasına ve Türkiye’nin bölgesindeki gücünü arttırmasına yardımcı olan odaklara cephe alıyor.
Peki Başbakan Erdoğan bu garabeti neden devamlı olarak dile getiriyor?
Basitçe ifade etmek gerekirse, bunu yapmasının önünde ciddi bir engel yok zira şu an AKP’nin alternatifi yok. Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi eski usül Kemalizmi bırakıp Avrupa tipi özgürlükçü bir sosyal demokrat partiye dönüşerek daha geniş bir kitleye hitap etme konusunda hala kararsız. Benzer şekilde, Milliyetçi Hareket Partisi de Batı usülü demokrasiye ve serbest pazar ekonomisine karşı fazla şüpheci. Barış ve Demokrasi Partisi ise dar bir şekilde hala Kürtler’e odaklanmış. Muhalefet partilerinin protestocuları kendi yanlarına çekememeleri Başbakan’ın yabancı düşmanlığıyla oynamasıyla birleşince AKP’nin karşısına kısa vadede bir rakip çıkması çok zor gözüküyor.
Uluslararası aktörler bu durumun farkında. Zaten tam olarak da bu sebepten dolayı olayların başlangıcından beri Türk polisinin protestoculara karşı uyguladığı şiddeti kınamaktan çekindiler. Şu an kadar gelen en sert açıklamalar – ki hiç de sert değillerdi – Alman Başbakanı Angela Merkel’den ve Avrupa Parlamentosu’ndan geldi. Başbakan da bu eleştirileri kolayca çürüttü.
Tabi en büyük çelişki aslında şu: uluslararası camiadan gelebilecek ciddi baskılar ancak Başbakan Erdoğan’ın işine yarar. Eğer Amerikan Kongresi Türk hükümetine karşı sert bir karar alması veya Avrupa Birliği Türkiye’yle üyelik müzakerelerini askıya alması, Başbakan’ın eline yabancı ellerin ülkeyi karıştırdığı iddiasına dair delil teşkil eder. Bu da Erdoğan’ın tabanı üzerindeki gücünü perçinler. Bu durumun da yakın gelecekte Türkiye için olumlu sonuçlar doğurmayacağını kestirmek de pek zor değil.
Barın Kayaoğlu, Virginia Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora adayı ve Yale Üniversitesi’nde Uluslararası Güvenlik Çalışmaları programında misafir araştırmacıdır. Kendisini www.barinkayaoglu.com’dan, Twitter’dan (@barinkayaoglu), ve Facebook’tan (BarınKayaoğlu.com) takip edebilirsiniz.