Görülen o ki, PKK varılan uzlaşma gereği sözünü tuttu ve Türkiye topraklarından çekilmeyi somut olarak başlattı. 8 Mayıs’tan itibaren Irak Kürdistan’ına geçen PKK’lı militan sayısının en az 50 olduğu anlaşılıyor.
Ancak süreç daha yeni başlıyor. Erdoğan’ın Aralık ayı sonunda, Öcalan’ın da Mart’ta yaptığı açıklamalar birer ön taahhüt mesajıydı. Şimdi soru işaretleri dağıldı: Türkiye’deki yaklaşık 2500 PKK’lı asi silahlı veya silahsız çekilmesini gizli tutulan bilgilere göre 15 Ağustos (PKK’nın silahlı şisyanı başlatma tarihi) ile 21 Eylül (Dünya barış Günü) arasında bir yerde tamamlayacak.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Kim ne derse desin, barış sürecini yöneten iki siyasi figür, Erdoğan ve Öcalan, ‘uzak mesafeden el sıkışmış’ durumda. Her ikisi de bilinen popülarite ve otoritelerini ortaya koyduğuna göre, sürecin derinleşmesini ciddiye almak gerekir.
Unutulmaması gereken daha önemli bir nokta ise, çözüm çabasında derinleşme arttığı ölçüde, artık terkedilmek istenen karanlık geçmişe geri dönüş kapılarının da kapanıyor olması.
Ankara’da bazı kesimler rahat bir nefes alıyor olabilir. Ama alan PKK’dan boşaldıkça siyasi müzakere masası üzerindeki kart ve dosyaların yükü o ölçüde artıyor.
Bu çıkış, kısa bir süre önce benzer itirazları dile getirmenin ötesinde, PKK komuta kademesine ‘çekilmeyin size askeri destek verelim’ diyen İran’ın tutumuyla da örtüşüyor.
AKP Türkiye’de barış sürecine kökten direnecek askeri yapıyı zayıflattı; artık hükümet süreci tek başına yönetebilecek durumda.
Böylece, Irak ve İran’ın bu sürecin devamında asıl sürtüşme ve tehlikeli blokaj alanları olduğunu öngörmek mümkün. Bu tehditle baş etmenin ön şartı, Erdoğan ile Öcalan, Ankara ile PKK arasındaki güvenin artırılması.
Türkiye ordusu sürece karşı çıkmıyor olsa da, ayrıca son dört aydır ölüm ve şiddet tamamen durmuş olsa da, ülke hem sosyal hem de siyasal olarak açık bir tereddüt içinde. Çok azı medyaya yansıyan son iki kamuoyu araştırması (KONDA ve MetroPoll) temkinli umut halini açıkça yansıtıyor.
Genel destek yüzde 50-60 arasında. Detaylar, halkın dörtte üçünün barışa askeri yöntemle değil siyasi diyalogla varılmasına destek verdiğini gösteriyor, ama sorulara Öcalan ismi girdiğinde bu hızla yüzde 30-40’lara düşüyor. (Bu arada son araştırmalar AKP’nin hala yüzde 50’ler dolayında olduğunu, ama aşırı-sağ MHP’nin son iki ayda her ay ortalama 1-1.5 puan arttığını anlatıyor.)
Bu algının sebebi sürecin düzenli ile düzensiz arasında tuhaf bir hat üzerinde seyretmesi. Hükümetin oluşturduğu toplam 63 kişilik ‘akil insanlar’ heyetlerinin halka temaslarında açıkça görülüyor ki, Erdoğan temel sorulara olabildiği kadar açıklık getirmek zorunda.
‘Akil insanlar’ Kürt ağırlıklı doğu bölgelerinde iknada çok zorlanmıyor, ama batı kesimlerine gittikçe ortam sertleşiyor. Genel olarak, Kürtler ‘acaba hükümet bizleri reform, hak ve özgürlükler konusunda bir kez daha kandıracak mı?’ sorusunda takılı. Türkler ise ‘acaba sonunda ülke Yugoslavya gibi parçalanır, bölünür mü?’ ikileminde, daha derin kuşkular içinde. İki ucu keskin bir bıçak bu.
Açık ki, Ankara ile PKK arasındaki güven süreci net sonuca ulaştırmanın bir şartı ise, diğeri de toplum ile hükümet arasındaki güvenin sağlanması. ‘Akil insanlar’ heyetinin saygın üyelerinden, çatışma çözümü uzmanı Hüseyin Yayman’ın CNNTurk’e anlattığına göre ortada ciddi bir şeffaflık, ‘halka ilişkiler’ sorunu var. Mutlaka, diyor, hükümet bir ‘süreç sözcülüğü’ oluşturup halka düzenli bilgi vermeli. Yayman, süreçle ilgili Ankara’da sadece ‘çok dar’ bir çevrenin detaylara hakim ve tek karar verici olmasında da halkla ilişkiler bakımından bazı sakıncalar görüyor.
Kamuoyu araştırmalarına yansıyan cevaplarda, içinde Öcalan adı geçen cevapların negatife yol açması, aslında ciddi bir sorun. Bunda, 30 yıla yakın süren, 40 bini aşkın kişinin ölümüne yol açan ‘PKK isyanının’ lideri Öcalan’ın, Ankara ve ona bağımlı medyanın bu kişiyi alabildiğine şeytanlaştırmasının rolü çok büyük. Tabii ki Türkiye içinde ve dışında pek çok çevre, Öcalan ‘kült’ünün, Stalinist kalıplarının ve kanlı icraatının farkında.
Ama asıl mesele, Öcalan’ın kendisinin değil, hakkında oluşturulmuş ‘canavar’ imajına dair halk algısının, asli sonucu PKK’ya silah bıraktırmak ve sivil siyasete çekmek olan süreç adına, nasıl yönetileceğiyle ilgili. İyi yönetilmezse ve bir ‘yol kazası’ olursa, bu sert algı üzerinden süreç büyük hasara, hatta felce uğrayabilir.
Daha da büyük bir meydan okuma, ulusal siyasetin ta kendisi ile ilgili. Çekilme başladığına göre, Erdoğan’ın buna koşut büyü siyasi reform adımları olacak mı? Ne zaman, nasıl ve kiminle olacak?
PKK, siyasi kolu BDP, Kürt seçmenler bunu bekliyor. Ama, aynı zamanda, ateşkes ve çekilme konusunda elinde cazip itiraz argümanı bulamayan Kemalist (CHP) ve milliyetçi (MHP) muhalefet liderleri de tansiyonu tırmandırmak için, süreçte hatalar kadar, Kürtlerle ilgili reform hamlelerine de siperde diş bileyerek, tahrip amacıyla hazırlanıyor.
Hükümet ve parlamento üzerinde, sürece köklü bir demokratikleşme fırsatı olarak bakan sivil toplumdan gelen talepler de var. Geçenlerde sosyal demokrat ve sosyalist kimlikli 111 kişi barış sürecinin genel demokratikleşme adımları ile senkronize edilmesini isteyen bir bildiri yayınladı.
Metinde en önemli olan nokta, Kemalist CHP içindeki barış süreci yanlısı 15 milletvekilinin de imzacı olması. CHP’deki çatlak büyürse bu, barışı kendi siyasi amaçlarına da katkı yapacak bir anayasa ile noktalamak isteyen Erdoğan için yeni umutlara ve sürpriz siyasi arayışlara yol açabilir.
Erdoğan ve Öcalan takvimde acele davranmak yanlısı. Dolayısıyla sürecin siyasi boyutunda biriken enerji, Türkiye’ye çok gergin olmaya açık bir yaz müjdeliyor.