Türkiye’de geçen aralık ayından bu yana Türk hükümeti ile Kürt hareketi arasında süren barış süreci, AKP iktidarının PKK sorununa ilk siyasi çözüm bulma girişimi değil. İlk deneme 2009’da olmuş ve tabiri caizse fiyaskoyla sonuçlanmıştı. 2009’un temmuz ayında başlayıp ekim ayında noktalanan sürecin ismi bu birkaç aylık kısa ömründe, AKP seçmeninin ve genel olarak Türk kamuoyunun tepkisinden çekinen Erdoğan hükümeti tarafından tam üç kez değiştirildi: Önce “Kürt Açılımı” olarak başladı; “Kürt” sözcüğü tepki doğurduğu için atıldı ve yerini “demokratik” sıfatı aldı, sürecin adı “demokratik açılım” olarak değiştirildi.
Nihayet, ekim ayında 7-8 kadar PKK gerillasının silahsız ve fakat üniformalı olarak Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile olan fiili sınır kapısı Habur’dan giriş yaptıklarında, on binlerce Kürt tarafından zafer coşkusu içinde karşılanmalarını içine sindiremeyen Türk kamuoyunun tepkisi üzerine süreç tatil edildiğinde, adı “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi”ne dönüşmüştü.
AKP iktidarının yaşadığı “açılım fiyaskosu”nun en önemli nedeni entelektüel ve politik hazırlıksızlık ile acemilikti.
En başta ihmal edilen husus, barış sürecinin aslında bir “müzakere süreci” olduğu gerçeğiydi. Savaşın tarafı olan Kürt hareketinin çeşitli birimleriyle müzakere profesyonelce yürütülmediği gibi, bunun kadar önemli olan bir başka boyut belki de hiç önemsenmemişti. “Paralel müzakere”ydi bu... Yani, barışın kaçınılmaz biçimde neden olacağı köklü değişim karşısında korkuya ve kaygıya kapılarak süreci aksatabilecek tepkisel siyasi ve toplumsal davranışlar geliştirmesi muhtemel kesimlerin ikna edilmesine yönelik bir müzakere... Bir taraftan Kürtlerle müzakere ederken, diğer taraftan da Türklerle de bir tür müzakere sürdürmek.
Bu endişeli olabilecek kesimler ise dindar ya da laik ama milliyetçi Türklerdi ve nüfusun çoğunluğunu meydana getiriyorlardı.
İşte şimdi, geçmişteki yanlışlarından dersler çıkardığı anlaşılan AKP iktidarı bir “paralel müzakere” denemesini, tabii ki kendi tarz ve anlayışı çerçevesinde olmak üzere, 4 Nisan tarihi itibarı ile uygulamaya koymuş bulunuyor. Projenin adı “Akil İnsanlar Heyeti”.
Özeti şu: 3 Nisan’da resmen açıklanan heyet, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından bizzat seçilen ya da önerilenler arasından onaylanan, 50’si erkek, 12’si kadın toplam 62 sinema oyuncusu, şarkıcı, yazar, gazeteci, sivil toplum kuruluşu temsilcisi, üniversite üyesi, hukukçu, sendikacı ve iş insanından oluşuyor. Bunların büyük çoğunluğu Türkiye’de geniş toplum kesimlerince tanınan, şöhretli insanlar.
Başbakan bu 62 kişiyle 4 Nisan’da Boğaz kıyısındaki geç dönem Osmanlı Sarayı Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde bir toplantı düzenledi ve böylece “Akil İnsanlar Heyeti”nin çalışmaları resmen başlamış oldu.
Bundan önce Erdoğan 29 Mart’ta bir TV yayınında gazetecilerin sorularını cevaplandırırken “Akil İnsanlar”ın işlevinin süreçle ilgili “toplumsal algıyı geliştirmek” olacağını söylemişti ki bugüne kadar konuya dair yaptığı en özlü açıklama da buydu.
Heyetin teşkilatlanmasının merkezi ve bürokratik bir ruhu yansıttığını söylemek haksızlık olmaz. Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesine eşit sayıda taksim edildiler. Sadece Ege bölgesine 8 kişi düştü. Her bölge heyetine kendi aralarından bir başkan, bir başkan vekili, bir de sekreter tayin edildi. Önceleri bir ay görev yapacakları söylenmişti, şimdi iki aydan söz ediliyor. Bu sırada şehirleri ziyaret edip halkla görüşecekler, derneklerle, sivil toplumla toplantılar düzenleyecekler ve barış sürecinin iyiliğini anlatacaklar, kaygıları giderecekler. Sonunda bir çalışma raporu hazırlayıp Başbakan’a sunacaklar. Bütün masrafları devlet bütçesinden karşılanacak.
Heyet çalışmalarına resmen başlamadan önce bizzat Erdoğan heyetin Başbakanlığa bağlı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı”na bağlı olarak çalışacağını söylemişti ama sonra bu husus vurgulanmaz oldu.
Heyettekilerin kimler olduğuna gelince...
“Akil insanlar”ın çoğunluğu iktidar yanlısı olarak bilinen, hatta İslamcı kimliğiyle öne çıkmış ya da iktidarı herhangi bir nedenle eleştirmek söz konusu olduğunda bunu en son seçenek olarak değerlendiren figürlerden oluşuyor.
Ancak hepsinin ortak paydası tabii ki barışı ve Kürt sorununa çözümü benimsemek ve savunmak. Mamafih içinde bazı eski AKP milletvekilleri ya da milletvekili adayları da bulunan bu iktidar yanlısı çoğunluğuyla söz konusu heyetin, Başbakan Erdoğan tarafından kurgulanıp uygulanan barış politikasının propagandasını yapmasını beklemek gerekiyor.
Oysa barışı ve çözümü savunmak, AKP politikasını olduğu gibi, bütün yanlışları ve eksikleriyle birlikte körü körüne desteklemek anlamına gelmiyor.
Diğer taraftan, “Akil İnsanlar Heyeti” üyesi bazı değerli ve saygın entelektüellerin, bu özelliklerini ve bağımsızlıklarını Başbakan Erdoğan’ın siyasi iradesine ram ederek tüketeceklerini varsaymak da haksızlık olur.
Buna rağmen, bu heyetin bu haliyle Kemalist milliyetçi CHP ya da Türk milliyetçisi MHP gibi muhalif milliyetçi kesimleri ikna etme kapasitesini haiz olduğunu iddia etmek de fazla iyimserliktir.
Şurası gerçek: Mevcut durumunda “Akil İnsanlar”, sadece AKP seçmen tabanındaki dinci muhafazakar milliyetçilerin barış yönünde ikna edilmesine katkıda bulunabilirler. Bu marifetle AKP’nin oy kaybetmesinin önüne geçilecektir.
Sonbaharda Kürt sorununa çözüm için gerekli bazı düzenlemelerin yanı sıra Başbakan Erdoğan’ın siyasi kariyer planlaması doğrultusunda bir başkanlık rejimi düzenlemesini de içerecek bir anayasa referandumu yapılacaksa, AKP’nin bunu kazanması için yüzde 50’ye yakın görünen tabanını koruması gerekiyor.
Zaten MHP ve CHP, kendi üsluplarıyla “Akil İnsanlar”a karşı küçük düşürücü propagandaya başladılar.
Bu hususta en ileri giden, PKK’yla müzakerelere ve siyasi çözüme milliyetçilik zemininde karşı çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. 9 Mart’ta Meclis grubuna hitap ederken, Başbakan Erdoğan’ın bu 62 kişiyi maşa olarak kullandığını, heyet üyelerinin AKP ve PKK sempatizanı olduklarını, PKK sözcülüğü yaptıklarını ve “Türk milletini bölmeye” çalıştıklarını söyledi; heyetteki bazı sinema oyuncusu ve müzisyenleri cehaletle suçladı, hedef gösterir mahiyette konuştu.
İktidar yanlısı Star gazetesinin 14 Nisan tarihli nüshasındaki manşet başlığı ise “toz pembe” bir tabloyu yansıtıyordu:
“Halk akilleri bağrına bastı”
Alt başlıkta da şu ifadeler yer alıyordu: “Çözüm sürecine destek sağlamak için Türkiye’nin 7 bölgesine dağılan Akil İnsanlar halk ile kucaklaştı. Akillerin düzenlediği toplantılarda salonlar dolarken, ‘Bizi de ziyaret edin’ davetleri birbirini kovaladı. Tepkiler beklentilerin çok altında kaldı.”
Seçilişleri, teşkilatlanmaları ve görevlendirilmeleri ile fazlasıyla Türkiye’nin yeni rejimine özgü olan bu “Alla Turca” akil insanlar deneyimi bu haliyle bile Ortadoğu’daki müstakbel çatışma çözümleyici girişimlere örnek oluşturabilir.