Türkiye’de hazirandan beri İslam Devleti’ne (İD) yönelik operasyonlarda dikkat çekici bir artış görülüyor. Farklı illerde toplu gözaltılar olurken operasyondaki bu ivme, İD’le mücadelede strateji değişikliği olup olmadığı sorularını gündeme getiriyor. Güvenlik birimlerinin üç-dört yıldır izlediği kişileri toplamaya başlaması içeride terör tehdidi riskinin yükselmesine bağlanıyor.
İD’in 2016’dan itibaren saha hakimiyetini yitirmesine paralel olarak Türkiye örgütün sığınak bulabildiği ülke haline geldi. Şengal’de kaçırılıp köleleştirilen Ezidi kadın ve çocukları Ankara ve Kırşehir gibi yerlere getirip derin internette satacak kadar hareket alanı bulabilen İD üyelerine karşı güvenlik birimlerinin tutumu “ciddiyetsiz”, “kayırmacı” ve “esnek” olarak eleştiriliyordu.
İD’le mücadelede ciddi kara delikler varlığını sürdürse de Ankara bu örgüte göz yumduğu suçlamasından kurtulmak için Fırat Kalkanı Harekatı’ndan bu yana yüzlerce operasyona imza attı. Son zamanlarda tablonun biraz daha değiştiği görülüyor.
Al-Monitor’un açık kaynaklardan derlediği bilgilere göre 13 Haziran’da İstanbul’da 14 kişi, 15 Haziran’da Diyarbakır’da 17 kişi, 18 Haziran’da 12 ilde toplam 61 kişi, 23 Haziran’da üç ilde 36 kişi, 29 Haziran’da Urfa’da yedi kişi, 1 Temmuz’da Sakarya merkezli bir operasyonda üç kişi, 2 Temmuz’da İstanbul’da 11 kişi, 6 Temmuz’da Kocaeli’nde beş kişi, 7 Temmuz’da Osmaniye’de üç kişi, Mersin’de üç kişi yakalandı.
İçişleri Bakanlığı haziranda gözaltına alınanların sayısını 307 olarak verdi. Ancak bunların kaçının tutuklandığı, serbest bırakıldığı ya da sınır dışı edildiği konusunda bilgi paylaşılmıyor. Emniyet ve savcılık gözaltına alınanların akıbetlerine dair soruları hoş karşılamıyor. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu Iraklı, bir kısmı da Suriyeli. Operasyonlardan sonra ciddi adli süreçlerin işletilmediği görülüyor. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu dava açılmadan sınır dışı ediliyor.
Irak ve Suriye’de yeniden toparlanmaya başlayan örgütün Türkiye’de de eylemsellik kazanabileceği yönünde değerlendirmeler yapılıyor. İD'le mücadeleye dair izlenim şuydu: Güvenlik birimleri Türkiye'yi tehdit etmiyorsa, ortada aleni suç ve arama kararı yoksa örgüt üyelerini izlemekle yetiniyordu.
Çok sayıda İD zanlısının avukatlığını üstlenen Onur Güler, Bursa, Ankara ve Samsun’da avukat olarak baktığı dosyalardan hareketle toplu operasyonlarla gözaltına alınanların yüzde 80’inin ifadesi alındıktan sonra sınır dışı edildiğini belirtiyor. Al-Monitor’a konuşan Güler sınır dışı etme saikiyle Suriyeli ve Iraklılara yönelik bolca operasyon düzenlendiğini fakat üç-beş sene önce Türkiye'ye geçtikten sonra istihbaratın radarına girmiş bazı İD unsurlarının da yakalandığını söylüyor.
Güler Ankara’da bir yabancı zanlı ile Bursa’da İD’in infazcısı diye yakalanan Yusuf el Marhun’un durumunu İD’in ağına dokunulduğunun örneği olarak gösteriyor. Her iki zanlıyı da mahkemede temsil ettiğini anlatan Güler, “Böyle tekil örneklerde IŞİD zincirine dokunma kararlılığı bence var. Bunlar IŞİD ile mücadele görüntüsü vermek için yapılan kurgusal operasyonlar değil” diyor.
Güler İD’le mücadele görüntüsünü güçlendirmeye yönelik çabanın ise özellikle iltisak, irtibat ve istihbarat kaynaklı şahıslara yönelik toplu gözaltı operasyonlarında görüldüğünü vurguluyor. Güler istihbaratın takibinde olmalarına rağmen dokunulmayan örgüt üyelerinin durumunu iki şekilde yorumluyor: “Birincisi istihbarat açısından daha geniş halkalara ulaşmak için kasıtlı olarak bekliyorlar. İkincisi bir göz yumma durumu var.”
Güler “Enteresan dosyalar gördüm; yargı da güvenlik de bazen şaşırtıyor. Mesela IŞİD'e katılan militan eşlerinin hukuki durumu muazzam bir örnek: Çoğu delil yetersizliğinden beraat ediyor. Ama artık güvenlik riski arttığı için bence operasyonlar da arttı. Türkiye'deki yabancı ve Türk IŞİD grupları da dönüşüm geçiriyor" diye ekliyor.
Güvenlik birimleri Suriye ve Irak'ta işledikleri suçlara bakmaksızın Türkiye'de aktif faaliyet içinde değillerse izlemekle yetiniyor tespitine ilişkin de Güler şunları söylüyor: “Yani böyle denebilir ama aksi çok örnek de var. Hatta yer yer çocuklara yönelik enteresan operasyonlar oldu. Üç ay önce Bursa'da 17 yaşında bir Suriyeli IŞİD üyeliğinden tutuklandı. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Dosyada Ceyş’ul Ahrar örgütünde yer aldığına dair fotoğraflar vardı. Bu örgüt, Türkiye'de terör örgütü olarak tanınmıyor. Beraat aldık. Bence aktif faaliyet içinde olmasalar da izlemeyi aşan adli süreçler işletiliyor. Bazen şaşırtıcı şekilde bu durum Suriyeli muhalifler için de söz konusu olabiliyor. Ama genel olarak IŞİD ile mücadele altında son dönemde biriken taşları toplama saiki yoğun olarak var. Güvenlik riskleri ortada; o yüzden son dönemde bence ipi sıkı tutmaya başladılar.”
Güler, Türkiye’nin İD’in düşmanlığını üzerine çekmeme yaklaşımının sergilediği iddiasına katılsa da bu durumun son zamanlarda değişmeye başladığını düşünüyor. Güler bu konuda silahlı eylem hazırlığı içinde oldukları gerekçesiyle yakalanan Mahmud Özden Grubu üyelerinden edindiği izlenimi paylaşıyor: “Bence son dönemde o grupta risk olması açısından eylemsellik düzeyi yüksek. Buna benzer birçok grup var. Saldırı planları olmasa da önleyici operasyonlara maruz kalanlar da var. Hatta Balıkesir ve Bursa’da parasal yardımlar olarak ufak rakamlarda bile terörizmin finansmanı suçundan alınan çok kişiye denk geldim. Yani dosyalar çok büyük bir çeşitlilik içeriyor." Mahmud Özden dışında Türkiye vatandaşlarının katıldığı Yamaçlı, Meydan ve Bayuncuk grubu gibi yapılar öne çıkıyor.
“IŞİD Ağları” adlı kitabın yazarı gazeteci Doğu Eroğlu ise İD’le mücadelede Türkiyeliler ile yabancılar arasında ayrım gözetildiğini belirtiyor. İzlenimlerini Al-Monitor’la paylaşan Eroğlu “Yerli gruplara eskisi kadar operasyon düzenlenmiyor. Bir anlamda yerleşik cemaatler rahat bırakıldı. Yabancı gruplar konusunda kaygıların arttığını düşünüyorum. Fakat 2019’da ABD kaynaklı istihbarat bilgilerine dayanarak şahısların peşine düşüyorlardı. Son dönemde gözaltılar sayıca arttı ama operasyonların rastgele yapıldığını gözlemliyorum” diyor.
Avukat Güler yerel mahkemeler, istinaf ve Yargıtay süreçlerindeki farklı değerlendirmelere de değiniyor. Bütünlüklü ve bilinçli bir yargı politikası olmadığını belirten Güler şu tespitleri paylaşıyor: Suriye'ye hiç gitmemiş ve ciddi örgütsel faaliyeti olmayan kişilere önleyici tutuklamalar yapılabiliyor. Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan yahut çok sert örgütsel-ideolojik kabuk taşımayan sanıklara tahliye ya da ceza indirimleriyle hoşgörülü bir yargı pratiği sergileniyor. Ağır ceza mahkemelerinde özellikle kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapılıyor ve çok sayıda beraat kararı çıkıyor. Suçu sabit olup da etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanarak tahliye olanlar var. Suriye'ye gidip gelmiş ve örgüt üyeliğinden altı yıl üç ay hapis cezası alıp üç yıl sekiz ay cezaevinde kalıp infazını tamamlayarak denetimli serbestlikle bırakılanlar var. Cezaevlerinden İD’den daha sert ideolojik dönüşümle çıkanlar oluyor.
İsminin yazılmaması kaydıyla konuşan bir kamu görevlisi de son birkaç yılda güvenlik önlemlerinin artmasına rağmen istihbarat, polis ve jandarma arasında koordinasyon halinde başarılı bir mücadeleden söz edilemeyeceğini, şikâyet ya da ihbar gelmediği sürece harekete geçme konusunda isteksizlik olduğunu, iktidarın İslamcı yapılarla ilgili hassasiyetlerin dikkate alındığını belirtiyor. Kamu otoritesinin İD’i birincil derecede tehdit görmediği, savcı ve polislerin delil toplamak için yeterince çaba göstermediği ve çoğu zanlının delil yetersizliğinden bırakıldığı da belirtiliyor.
Beri taraftan çok sayıda operasyon olmasına rağmen İD fiili olarak Türkiye’de tepkisini ortaya koyacak bir saldırıda bulunmadı. İD'in Türkiye’yi hedef alan son saldırısı 31 Aralık 2016’da İstanbul'daki Reina’daki 39 kişinin öldürülmesiydi.
Yeni bir saldırının olmaması iki şeye bağlanabilir: Birincisi istihbarat artık yakından tanıdığı bu şahıslara nefes aldırmıyor. Muhaliflere yönelik Suruç, Ankara ve Diyarbakır’da düzenlenen bombalı saldırılar öncesinde zanlılar takip edildikleri halde önlem alınmamıştı. Ancak 2016’da Gaziantep’te Emniyet’e yönelik saldırının ardından güvenlik açıkları giderilmeye başladı ve dört yılda binlerce kişi gözaltına alındı. İkincisi İD her şeye rağmen Türkiye’de mevcut ağlarını ve barınma olanaklarını tamamen kaybetmemek için pragmatik tercihini sürdürüyor. Sonuçta gözaltıların büyük çoğunluğu tutuklama ve mahkûmiyetle sonlanmıyor.
Türkiye kırmızı bültende 14, mavi bültende 23, yeşil bültende 13, turuncu bültende yedi, gri bültende 23 İD zanlısını arıyor. Kırmızı Bülten’den çıkarılan iki kişi var: Yunus Durmaz ve Kasım Güler. “Ebu Usame el Türki” kod adını kullanan Güler 15 Haziran'da Suriye'de yakalanarak Türkiye'ye getirildi.
Yunus Durmaz ise 19 Mayıs 2016’da Gaziantep’te bir baskında yakalanmamak için kendini havaya uçurmuştu. Durmaz İD’le mücadeledeki kara delikleri anlatan çarpıcı bir örnek. Diyarbakır, Suruç, Ankara ve Taksim’deki saldırılar nedeniyle aranan Durmaz’ın yeri 29 Nisan-19 Mayıs 2016 arasında 19 kez tespit edilmişti. Durmaz izlendiği sırada 1 Mayıs 2016’da Gaziantep Emniyeti’ne bombalı saldırıyı planlamıştı. Bundan sonra da gözaltına alınmadı. Durmaz’ı yakalamak için polisi harekete geçiren, AK Parti kongresine saldırı planlandığı istihbaratıydı. Ölümünden 17 gün sonra da hakkındaki verilerin imha edilmesi kararlaştırıldı.
Mahmut Özden de 2017, 2018 ve 2019’da gözaltına alındıktan sonra bırakılmış, hatta altı yıl hapis cezası aldığı davada tutuksuz yargılanmıştı. 1 Eylül 2020’de nihayet kalaşnikof silahla yakalandığında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gelişmeyi şöyle paylaşmıştı: "DEAŞ’ın sözde Türkiye Emiri önemli planlarla yakalandı ve tutuklandı ... Teşekkürler, tebrikler Emniyet."