AK Parti’nin 10 Nisan’daki grup toplantısında beklenmedik bir olay yaşandı. Konuşmasını ani bir şekilde yarıda kesen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ı kürsüye çağırdı. Mikrofonlardan uzak durdukları için ikilinin yaklaşık yarım dakika süren konuşması tam olarak duyulmadı. Ancak Bakan’ın bir noktada “deizm hakkında rapor” dediği Erdoğan’ın da buna cevaben “olmaz öyle bir şey, doğru değil” dediği duyuldu.
Söz konusu rapor, Konya’da düzenlenen bir milli eğitim çalıştayında ele alınan, “Gençler deizme kayıyor” başlıklı çalışmaydı. Raporda normalde dindar olmaları beklenen İmam Hatip öğrencilerine ilişkin şaşırtıcı gözlemlere yer veriliyordu: İslam’ın arkaik yorumları, yeni nesli “kötülük meselesi”nde ve daha pek çok soruda ikna edemiyordu. Bu yüzden İmam Hatip öğrencilerinin inançları zayıflamaya başlamış, sonuçta gençler ateizm yerine daha ılımlı bir seçenek olan “deizm”e kaymaya başlamışlardı. Yani bir tanrının varlığını kabul eden ama dinleri yadsıyan felsefeye.
Bu tespitler muhafazakar kesimden tepki çekti. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli raporu kaleme alanlara yüklendi: “Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar.” Birkaç gün sonra tartışmaya Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da katıldı. Deizmin “Peygamberi inkar eden felsefi bir düşünce” olduğunu söyleyen Erbaş şu temenniyi dile getirdi: “Benim bu tanımımdan sonra hiçbir gencimizin ve insanımızın sapık ve batıl felsefi bir düşüncenin peşinden gidecek kadar buna itibar edeceğini zannetmiyorum.”
Aslında tanınmış isimlerin açıklamalarıyla son günlerde manşete taşınan deizm tartışması zaten bir süredir Türkiye’nin gündemindeydi. Meseleye işaret eden ilk isimlerden biri, “yenilikçi” ilahiyatçı ve Karar gazetesi yazarı Mustafa Öztürk oldu. Öztürk Karar’da geçen yıl nisan ayında yayımlanan “Deizmin ayak sesleri” başlıklı yazısında altın çağı yaşadıklarını düşünen muhafazakarların önemli bir noktayı gözden kaçırdıklarına dikkat çekiyordu: “Bilhassa genç kuşakların İslami-ahlâki değerler sistemine karşı ilgisiz, hatta mesafeli bir dünya görüşüne meylettikleri gerçeği.”
Türkiye’de İslam’ı temsil ettiğini söyleyen pek çok kişinin dinin oldukça arkaik, dogmatik bir yorumunu savunduğunu kaydeden Öztürk bunun kentli ve sekülerleşmiş gençlerde sorgulamalara yol açtığını anlatıyordu.
Genç kuşak arasındaki İslami erozyon bu yazının ardından da sık sık gündeme geldi. Örneğin, İstanbul’daki Medeniyet Üniversitesi’nde mart ayında düzenlenen bir konferansa katılan muhafazakar bir akademisyen, aile ortamı nedeniyle başını örten ancak özel konuşmalarda “deist bile değil tanrıtanımaz” olduklarını itiraf eden kadın öğrencileri olduğunu anlattı. Geçtiğimiz aylarda da hem yazılı hem de görsel basında “deizm salgınına” dair onlarca haber yapıldı. Öte yandan, kişisel anekdotların dışında kaç kişinin İslam’dan koparak deizmi tercih ettiğine dair kesin bir rakam yok.
Ancak yine burada sorulması gereken önemli bir soru var: Türkiye’de İslam’a olan inanç niçin tam bu dönemde – yani İslam’ın en muktedir gözüktüğü dönemde – zayıflıyor? Bunun sorunun siyasi görüşlere göre zıt yanıtları var.
İktidar destekçilerine göre, deizm salgını Batılı güçlerin necip Türk milletine karşı devreye soktukları sayısız komplodan biri. Bu yaklaşımın bir örneğini Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ifade etti. Kaplan önce muhafazakar ailelerin çocuklarında deizmin, daha seküler ailelerin çocuklarında ise ateizmin yaygınlaştığını gözlemledi. Bunun sebebini ise Batı’nın “hız, haz, ayartı” kültürü olarak teşhis etti. Kaplan’a göre Türkiye’nin bu salgına karşı İslami eğitimi ve medyayı güçlendirerek direnmesi gerekiyordu. Aksi takdirde “Emperyalistlerin iki asırdır dışarıdan fiilen işgal edemedikleri ülke, içerden zihnen ele geçirilebilir”di.
Öte yandan, İslam’a duyulan inancın Batı’nın etkisinden ziyade bizzat Türkiye’deki gerçeklik yüzünden zayıfladığını düşünenler de var: İslam adına sergilenen her türlü yozluk, hilekârlık, kibir, dar görüşlülük, bağnazlık, zulüm ve kabalığa karşı gelişen tepki yüzünden.
Bu görüş, sadece muhalif isimlerden değil hükümet yanlısı ama makul olan bazı kalemlerden de destek buluyor. Örneğin, Yeni Şafak’ın bir diğer yazarı Kemal Öztürk deizmin toplumdaki yükselişinin “toplumu izleyen herkesin ortak kanaati” olduğunu kaydederek bunu, AK Parti’yi yıpratma amaçlı bir girişim ya da “dış güçlerin” komplosu olarak açıklayanların yanıldıklarını yazdı. Sebebin içeride aranması gerektiğini savunan Öztürk’e göre sorunun kaynağı dindarların idealleri ile yaşam biçimleri arasındaki derin çelişkiler, “dogmatik din adamları” ve İslami cemaatlerdeki cahillikler, ahlaksızlıklar ve çatışmalardı.
İktidara uzun süre destek olmuş ancak son dönemde daha eleştirel bir tutum almış olan köşe yazarı Akif Beki ise meselenin daha somut bir boyutuna işaret etti: İslam’ın siyasi çıkarlar adına pervasızca istismar edilmesi. Beki buna örnek olarak AK Parti’li Esenyurt Belediye Başkanı Ali Murat Alatepe’nin “Burayı kaybedersek Kudüs’ü kaybederiz hiçbir yeri kaybetmeyiz, İslam’ı kaybederiz, Mekke’yi kaybederiz” şeklindeki sözlerini gösterdi. Bu ifadeler, AK Parti iktidarının İslam için elzem olduğu ima ediyordu. Ya da, bir diğer deyişle, İslam’ın Ak Parti iktidarı için elzem olduğunu…
Ben de Akif Beki ve benzer görüşler dile getiren diğer yorumcularla aynı fikirdeyim: İslam’a duyulan inancın zayıflaması, tam da “İslami kesim”in gücünü artırmasından ve bizzat kendi davranışlarıyla dini iticileştirmesinden kaynaklanıyor.
Nitekim, bu tabloyu, mart 2015’te kaleme aldığım “Türkiye dindarlaşmıyor aksine dinden uzaklaşıyor” başlıklı makalemde öngörmüş ve şöyle yazmıştım: “Ak Parti’nin Türkiye’yi yeniden İslamileştirme yönündeki muhtemel girişimlerinin ters tepeceğini ve sekülerleşmeyi daha da hızlandıracağını söyleyebilirim.” Üç yıl sonra bu ters tepme süreci artık iyice dolu dizgin gidiyor. Ve artık kendisine bayrak edindiği bir kavram bile var: Deizm.