ABD’nin İran’a yönelik yeni söylemi ve İran’ın 29 Ocak’ta gerçekleştirdiği balistik füze denemesi ne kadar kaygı verici olursa olsun tarafların doğrudan kafa kafaya gelmesi olası değil.
Tahran da Washington da bugün farklı nedenlerle sert söylemlere ihtiyaç duyuyor. İran tarafı açıkça hasmane davranan yeni ABD yönetimine karşı direnç göstermek durumunda. ABD yönetimi ise iç ve dış kamuoyuna Obama devrinin artık kapandığını göstermek istiyor. İran’la gerilimi azaltma döneminin sona erdiği mesajı da bu kapsamda yer alıyor. Washington, ayrıca Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölgesel müttefiklerine onların menfaatleri pahasına Tahran’la yakınlaşma politikası izlemeyeceği yönünde güvence vermek istiyor. Nitekim ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in İran’ı “resmen uyardıkları” yönündeki açıklaması da Beyaz Saray’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz El Suud ile yaptığı uzun telefon görüşmelerinin hemen ardından geldi.
Ancak söylemin sertleşmesi dışında ABD’nin İran’a yönelik politikasında büyük bir değişiklik yaşanmış değil.
Nükleer mutabakatı düzenleyen Ortak Kapsamlı Eylem Planı (OKEP) 13 aydır uygulamada ve İran bu esnada defalarca balistik füze denemesi yaptı. İran’ın buna hakkı var. BM Güvenlik Konseyi’nin nükleer anlaşmayı onaylayan 2231 sayılı kararında İran’a nükleer silah taşıyabilecek şekilde tasarlanan balistik füzeleri test etmekten uzak durması için “çağrı” yapılıyor. Bu tip denemeleri yasaklayan bağlayıcı bir hüküm yok. İran’ın nükleer programına yönelik en sert karar olan 1929 sayılı kararda durum farklıydı. Ancak bu karar nükleer mutabakatı onaylayan 2231 sayılı kararla geçersiz kılındı.
Şunu açık seçik ortaya koymak gerekir: Nükleer mutabakatın İran’ın füze programıyla ilgisi yok. Kaldı ki İran’la müzakereleri yürüten ABD dışındaki küresel güçler de İran’ın füze denemeleriyle ilgili bağlayıcı hüküm konmasına istekli değildi.
Dolayısıyla her ne kadar provokatif olsalar da füze denemelerinin yeni uluslararası yaptırımlara hukuki zemin sağladığını söylemek zordu. Böylece Washington’ın elinde sadece tek taraflı yaptırım seçeneği kaldı ve o da bu seçeneğini 3 Şubat’ta kullandı.
Trump yönetimi göreve gelişinin ikinci haftasında İran’a yeni yaptırımlar getirmiş oldu. Öte yandan Obama’nın son yılında yaptırımların buzdolabına konduğu algısı da doğru değil. Öyle ki bu son yaptırımlar aslında Obama yönetimi tarafından hazırlanmıştı.
Nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra, ocak 2016’da Vize Muafiyet Programı’nda yapılan değişiklikle çifte vatandaşlığa sahip İran uyruklu kişiler ve son beş yılda İran’a gitmiş olan herkes muafiyet kapsamı dışında bırakılmıştı. Aralık 2016’da ise Obama, İran Yaptırım Yasası’nı 10 yıllığına uzatan Kongre’ye karşı veto yetkisini kullanmaktan geri durmuştu. Bu yasadaki yaptırımlar İran’ın nükleer programıyla ilgili değil. Ancak bunların devam etmesi nükleer yaptırımların kalkmasıyla oluşan olumlu etkiyi kuşkusuz ki baltalıyor.
İran, sertleşen söylem ve yaptırımlar karşısında füze programının savunma amaçlı olduğunu vurguladı, misillemede bulunacağını söyledi ve yeni bir askeri tatbikat gerçekleştirdi.
Yine de İran’ı statükoyu önemli ölçüde değiştirmeye itecek bir durum yok. İran yönetimi, OKEP’i sadece ABD’yle ilgili bir mevzu olarak değil, İran’a büyük önem atfeden Avrupa Birliği de dâhil dünyanın büyük güçleriyle yapılmış uluslararası bir düzenleme olarak görüyor ve bu düzenlemenin ekonomik çıkarlarının, güvenlikle ilgili hesaplarının yararına olduğuna inanıyor. Yabancı yatırımlar, devam eden ABD yaptırımlarının sınırlayıcı etkisine rağmen ufak ufak gelmeye başladı. AB petrol ambargosunu kaldırdı. Petrokimya, sivil havacılık, taşımacılık alanlarında imzalanan sözleşmeler her geçen gün artıyor. Bunun yanında OKEP İran’ı güvenliği açısından da rahatlatıyor. Zira imzacı taraflardan birinin İran’a karşı askeri müdahale için bir başka imzacıya yeşil ışık yakması son derece düşük bir ihtimal. Özetle İran’ın nükleer anlaşmaya uymaması için güçlü bir sebebi yok.
Sertleşen söylemlerin Orta Doğu’nun çatışma ve belirsizlik ortamında tedirginlik yarattığı doğru ancak bunların bir sınırının olduğunu görmek önemli. Doğrudan rejim değişikliği hariç ABD İran’ı zayıflatmak ve bastırmak için fazla bir seçeneğe sahip değil.
Afganistan ve Irak tecrübelerinin ardından ABD’nin İran’a karşı tek taraflı, topyekûn bir askeri müdahaleye girişmesi olası değil. ABD daha ziyade İran’ın altyapısını çökertmek için üçüncü bir ülkeyi silahlandırabilir. Bu yöntem Saddam Hüseyin döneminde Irak’la denenmişti. Bugün Suudi Arabistan böyle bir üçüncü ülke konumunda. Ancak Suudi Arabistan’ın İran’la doğrudan çatışmaktan çekindiği ve bölgenin en yoksul ülkesi Yemen’de gerçekleştirdiği askeri müdahalede giderek başarısız olduğu düşünülürse onun böyle bir adım atacağını tahayyül etmek zor. İsrail ise defalarca İran’ın nükleer tesislerini vurma tehdidinde bulundu. Ancak böyle bir adımın başarı şansı düşük, muhtemel sonuçları ise vahim olur. Örneğin Lübnan’daki Hizbullah hareketi misilleme saldırılar yapabilir. Dolayısıyla bu tehditlerin daha çok siyasi amaçlı olduğu söylenebilir.
Yaptırımlar gibi daha düşük maliyetli yöntemler ise zaten denendi. Obama yönetimi İran’a karşı örneği görülmemiş, çok taraflı bir yaptırım rejimini hayata geçirmeyi başardı. Ne var ki İran’ın nükleer programı bu dönemde evrildi ve uluslararası toplum tarafından küresel güvenliğe ciddi tehdit olarak görülmeye başlandı. Neticede Obama yönetimi diplomasi yolunu denedi ve sonuç aldı. OKEP, nükleer konuyla ilgili yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programının kapasitesini zayıflattı, şeffaflığını artırdı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun da defalarca teyit ettiği gibi anlaşma öngörüldüğü gibi işliyor.
Özetle nükleer anlaşma hedeflenen sonuçları veriyor, İran’a karşı fazla bir askeri seçenek bulunmuyor ve belki de en önemlisi ABD, anlaşmayı tek taraflı bozacak olursa İran’a karşı uluslararası konsensüs oluşturabilecek durumda değil.
Nitekim tüm bunları gören İsrail ve Suudi Arabistan savunma teşkilatları Washington’a OKEP’i bozmaması için açıkça çağrıda bulundular. Dolayısıyla Riyad ve Tel Aviv Washington’dan gelen yeni güvencelere seviniyor olabilir ancak ikisinin de gerilimi tırmandırmanın bir sınırı olduğunu gördükleri ve daha ziyade Obama dönemindeki kâbuslarının Trump döneminde gerçeğe dönüşmeyecek olmasından teselli buldukları söylenebilir.
Bu bağlamda Trump yönetiminin İran’ın OKEP kapsamında elde edeceği ekonomik kazanımları asgariye indirmek için elinden geleni yapması beklenebilir. Trump yönetimi muhtemelen İran’ın bölgesel politikalarını itibarsızlaştırarak onun dünyayla ilişkilerini normalleştirmesini engellemek isteyecek, İran’ın nükleer anlaşmayla kazandığı siyasi sermayeyi aşındırmaya çalışacak. Ancak tüm bunları anlaşmayı çiğnemden yapacak.
Dolayısıyla İran ve ABD yükümlülükleri hakkında didişmeye, aralarındaki mesafeyi açmaya devam edebilir ama bu yeni gerilim sürecini askeri çatışmaya götürmek için ikisinin de ne güçlü bir sebebi ne de yapabilecek durumu var.