ABD ve Avrupalı müttefikleri Türkiye’nin giderek insan hakları cehennemine dönüşmesine neredeyse tamamen sessiz kalırken, saygın uluslararası kuruluşlar ülkeden hemen her gün yeni insan hakkı ihlalleri raporluyor. İnsan hakları aktivistlerine göre Türkiye basının susturulması, gözaltında işkence ve Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Güneydoğu’da sivillere uygulanan kitlesel şiddet vakalarıyla bir zamanlar model olarak gösterildiği Orta Doğu’daki diktatörlükleri andırmaya başladı.
Bu uyarı korosuna şimdi yeni ve eleştirel bir ses daha katıldı: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği. Cenevre merkezli Yüksek Komiser Zeid Raad El Hüseyin Türkiye’yi alışılmadık derecede sert bir açıklamayla eleştirdi. Eleştirilerin sebebi Cizre’de Aralık 2015’ten mart ayına kadar süren 75 günlük aralıksız sokağa çıkma yasakları sırasında güvenlik güçlerinin işlediği sarsıcı insan hakları suçlarına dair yaygın iddialardı.
19. Yüzyıl’dan beri Kürt ayaklanmalarının beşiği olan Cizre güvenlik güçleriyle PKK arasında Ağustos 2015’te yeniden patlak veren çatışmaların en sert yaşandığı yerlerden biri oldu.
Ürdünlü diplomat Hüseyin bölgeden “Kadınlar ve çocuklar da dahil savunmasız sivillerin keskin nişancılar tarafından ya da tanklar ve diğer askeri araçlardan açılan ateşle kasten vurulduğuna dair” haberler geldiğini söyledi. Hüseyin Twitter’da yayınlanan videoda Türk güvenlik güçlerinin bölgedeki yapılarda “kitlesel” ve “son derece orantısız bir tahribata” yol açtığına da değindi.
Hüseyin “en rahatsız edici” iddiayı ise şöyle anlattı: “100’ü aşkın kişinin etrafı güvenlik güçleri tarafından sarılmış üç farklı bodrum katında diri diri yakıldıklarına dair görgü tanıklıklarına ve yakınları Cizre’de yaşayanların ifadelerine yer veren raporlar var”.
Hüseyin’e ulaşan raporlardan biri de İslamcı sivil toplum kuruluşu Mazlumder tarafından hazırlandı. Mazlumder’in insan hakları ekibi hazırladığı dengeli raporlarla tanınıyor.
Mart başında hükümet yetkileri, avukatlar, görgü tanıkları ve kurbanların aileleri de dahil çok sayıda kişiyle görüşen Mazlumder ekibinin raporunda çalışmaların “mevcut şartlar, imkânlar ve sınırlılıklar dâhilinde” tamamlandığı belirtiliyor.
Rapordaki bulgular yufka yüreklilere göre değil: “Ölüm sayıları hakkında henüz tam bilgimiz yok. (...) Birçok otopsi ayrı yerde yapılmış. (...) Bir cenazenin yarısı Mardin’e yarısı Silopi’ye gitmiş, bazıları bölünmüş. Cenaze dediğimiz ise ailelere verilen 4-5 kiloluk bir kömür. Bodrumlarda 140’ın üzerinde cenaze olduğunu tahmin ediyoruz. Bunların yandığını düşünüyoruz ama benzin dökülüp yanmış gibi de değil, başka bir yanma hali var”
Tüyler ürperten bu alıntılar, Mazlumder’in Şırnak Barosu’yla yaptığı görüşmelere dayanıyor. Hüseyin’in okuduğu rapor buysa, niçin bu denli kızdığını anlamak zor değil.
Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç ise haftalık basın toplantısında Hüseyin’in dile getirdiği iddiaların “son derece yanlı” olduğunu ve açıklamayı “teessürle” karşıladıklarını söyledi. Bilgiç BM’nin bölgeye bir araştırma heyeti gönderme talebinin reddedildiği haberlerini de yalanlayarak, “Sayın Zeid’i Güneydoğu Anadolu bölgemizi de kapsayacak şekilde ülkemizde ağırlamaktan memnuniyet duyacağız” dedi.
Yasal uzmanlar Hüseyin’in kullandığı dilin uluslararası diplomatlar tarafından genelde tercih edilen müphem klişelerin çok ötesine geçtiğine katılıyor. Peki bu sözlerin bir etkisi olur mu? California Berkeley Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kıdemli araştırmacılarından Jamie O’Connell’ın değerlendirmesi şöyle: “Obama’nın söyledikleri bile bir hükümetin tavrını değiştirmeye yetmiyor. Ama bu açıklamaların, Af Örgütü ya da İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi önde gelen uluslararası kuruluşlardan gelmesiyle bir BM yetkilisinden gelmesi arasında ciddi fark var”.
Ancak daha kötümser akademisyenler de var. St. Lawrence Üniversitesi’nde Orta Doğu tarihi dersleri veren Doçent Howard Eissenstat Al-Monitor’a şöyle diyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan yurt dışından gelen kınamaların boş olduğuna uzun zaman önce hükmetti. Neticede, Türkiye’nin Batı’yla ilişkisinin biraz etkileşimsel olduğuna inanıyor ve en azından kısa vadede haklı”.
Hüseyin ise Türk hükümetine Cizre’de “bağımsız” ve “kısıtlamasız” bir araştırma yapılmasına izin verme çağrısı yaptı.
Son zamanlarda düzenlediği intihar saldırılarıyla onlarca sivilin ölümüne yol açan PKK’ya işaret ederek “Güvenlik güçleriyle çatışan örgütlere yöneltilenler de dahil tüm iddialar”ın ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerektiğini vurgulayan Hüseyin şöyle dedi: “Ancak görünen o ki, şu ana kadar böyle bir şey yapılmış değil. Bu karartma sadece olan bitene dair şüpheleri daha da tetikliyor”.
Cizre’de olan biteni öğrenmeye çalışan gazetecilerin kente girişi yasaklanırken, bazı gazeteciler ise şiddetin kurbanı oldu. Yanan üç bodrumdan birinden Azadiye Welat gazetesinin Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş’ın cesedi çıkarıldı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün kıdemli araştırmacısı Emma Sinclair-Webb’in Al-Monitor’a verdiği bilgiler şöyle: “Gazetecilere yönelik muazzam kısıtlamalar var ve sokağa çıkma yasakları derinlemesine inceleme veya izlemeye imkan vermiyor. Türk hükümeti hem orada yaşananlara dair her iddiayı ‘mesnetsiz’ ilan edip hem de giriş yasaklarını sürdürmeye devam edemez”.
Gazetecileri Koruma Komitesi Türkiye temsilcisi Özgür Öğret de resmi söyleme itiraz eden her gazetecinin tehlike altında olduğunu düşünüyor. Al-Monitor’un sorularını elektronik posta yoluyla yanıtlayan Öğret şöyle diyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyayı Türkiye’de basın özgürlüğü olduğuna ikna etmeye çalışadursun, olgular basın özgürlüğünün giderek azaldığını hatta tamamen yok olduğunu gösteriyor”.
Güneydoğu’da 107 belediye başkanlığı kazanan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) üzerinde de baskılar artıyor.
Nitekim, partinin cezaevinde bulunan onlarca yetkilisine, geçen hafta DBP Eş Başkanı Kamuran Yüksek de eklendi. Yüksek'in sözcüsü Ramazan Tunç Al-Monitor’a Eş Başkan'ın tek suçunun sokağa çıkma yasaklarına itiraz etmek olduğu söylerken, “bunun dışında hiçbir şey yok” dedi.
Güneydoğu’da bazı kent ve köylerdeki sokağa çıkma yasakları halen sürüyor. Güvenlik güçleri bölgeyi sivillerin arasında gizlenen PKK’lilerden halen tam olarak temizleyebilmiş değil.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu 27 Şubat’ta çatışmalarda 355 bin kişinin yurdundan olduğunu açıklamıştı. Sinclair-Webb ise bu rakamın şimdiye kadar ikiye katlanmış olabileceğini söylüyor.
Pek çoğu dile getirmeye cesaret edemese de yerel halk devlet şiddetine kızdığı kadar PKK’ya da onları iki ateş arasında bıraktığı için kızıyor.
Sokağa çıkma yasağının martta kaldırıldığı Sur’da bir esnaf yakınlardaki bir moloz yığınına işaret ederek “Şu hale bir bak! Tüm bunlara PKK sebep oldu. Ne uğruna!” demişti. Bu sözler kent esnafındaki yaygın hissiyatı yansıtıyor.
Türk hükümetine 11 Mayıs’ta bir mektup gönderen Hüseyin bir BM ekibinin Güneydoğu’daki insan hakları ihlallerini araştırması için bölgeye “tam ve kısıtlamasız giriş” talebini yineledi.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü 17 Mayıs’ta Al-Monitor’a bu taleplerine henüz bir yanıt alamadıklarını söyledi.
Sinclair-Webb ise “Türkiye BM’nin Cizre’ye girmesine izin verse de artık ortada hiçbir kanıt kalmadı.” diyor.