Sınırlar lafla değiştirilebilseydi İsrail Devleti Nil Nehri’nden Dicle ve Fırat nehirlerine kadar uzanacaktı. 17 Nisan’da Golan Tepeleri’nden seslenen Başbakan Benjamin Netanyahu “Golan eski çağlarda İsrail topraklarının ayrılmaz bir parçasıydı, modern çağda da İsrail topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır.” dedi. Peki, Golan Tepeleri’nin geçmişte ve hâlen İsrail’e ait olduğu nereden belli? Başbakan’a göre “Etrafımızdaki onlarca eski sinagog bunun kanıtıdır.” Netanyahu devamında da şöyle dedi: “Uluslararası toplum Golan’ın temelli olarak İsrail egemenliğinde kalacağını 50 yılın ardından artık nihayet kabul etmelidir.”
Ancak çok geçmeden anlaşıldığı gibi dünya eski sinagogları sınır işareti olarak kabul etmiyor ve İsrail hükümetinin başkasına ait topraklarda yaptığı siyasi amaçlı toplantılardan pek etkilenmiyor. İsrail’in en yakın dostlarından ABD ve Almanya 1981’de Golan’a tek yanlı uygulanmaya başlanan İsrail hukukunu “nihayet” tanımadıkları gibi Netanyahu’nun sözlerini dışişleri bakanlıkları aracılığıyla hemen kınayarak Golan’daki ilhak hukukunu ve buradaki yerleşimleri uluslararası hukukun ihlali olarak görmeye devam ettiklerini ortaya koydular.
Avrupa Birliği’nin yerleşimlerde üretilen malların etiketlenmesini öngören kasım 2015 tarihli kararı Golan Tepeleri’nde üretilen malları da kapsıyor. BM İnsan Hakları Komisyonu’nun İsrail işgalindeki topraklarda faaliyet gösteren şirketlerden bir kara liste oluşturulmasına ilişkin son kararı da aynı şekilde Golan’ı kapsıyor.
Netanyahu da aslında o kayalık tepede hükümetinin birinci yıl dönümünü kutlarken yaptığı bu açıklamayla uluslararası toplumun Golan’ın egemenliği konusunda tutum değiştirmesini beklemiyordu. Açıklamanın yeri ve zamanlaması ABD ve Rusya’nın Suriye konusundaki diplomatik çözüm çabalarına denk getirilmişti. Cenevre müzakerelerinde Esad rejiminin temsilcileri Golan Tepeleri’nin Suriye’ye iadesinin çözüm anlaşmasında yer almasını istemişti. Netanyahu ise Golan’daki “kutlamalı” kabine toplantısında “İsrail Devleti’nin güvenliği pahasına olmaması kaydıyla” Suriye’de diplomatik çözüme karşı çıkmayacaklarını ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye bildirdiğini açıkladı.
İsrail’in itirazları İran nükleer anlaşmasını nasıl engelleyemediyse Netanyahu’nun Suriye konusundaki tavrı da Suriye’de savaşı sonlandıracak bir anlaşmayı engelleyemez. Golan Tepeleri’nde sahnelenen bu büyük gösteri, Netanyahu’nun mart 2015’te Başkan Barack Obama’yı atlatarak ABD Kongresi’ne yaptığı o korkunç konuşmayı anımsattı. Başbakan’ın güvenlik konusunu teritoryal, ideolojik ve siyasi ihtiyaçlar için kullanması güvenirliliğini büyük ölçüde zedelemiş durumda. Örneğin 2001’de yakınını kaybetmiş İsrailli bir aileyle sohbet eden Netanyahu, 1996-1999 yıllarındaki ilk başbakanlığı döneminde Oslo Anlaşması’nın altını nasıl oyduğunu övünerek anlatmıştı. Netanyahu, bunu uzlaşmayla İsrail’e bırakılan “güvenlik alanlarına” Ürdün Vadisi’nin tamamını dâhil ederek yapmıştı.
Golan Tepeleri’ndeki kabine toplantısı İsrail’e hiçbir fayda sağlamaz. Başbakan’ın Golan’ı İsrail Devleti’nin ayrılmaz parçası ilan etmesiyle hiçbir ülke İsrail’in 1967’de ele geçirdiği topraklar konusunda tutum değiştirmez. Öte yandan bu açıklama şimdiden zarar verdi bile. İsrail Golan Tepeleri’nden çekilmeden Suriye’yle uzlaşamayacağına göre bu konudaki diplomatik anlaşma yolunun kapanması Arap Birliği tarafından Arap Barış Girişimi’ne indirilmiş öldürücü bir darbe olarak yorumlandı. Arap medyasına göre Arap Birliği üyeleri Kuveyt’in talebi üzerine 21 Nisan’da olağanüstü toplanarak Netanyahu’nun Golan açıklamasını görüşecek.
2002’de benimsenen Arap Barış Girişimi’nde İsrail’e 1967’de ele geçirdiği tüm topraklardan çekilmesi karşılığında Arap devletleriyle güvenlik düzenlemeleri ve ikili ilişkilerin normalleşmesi öneriliyor. Doğal olarak Arap devletleri, Golan Tepeleri’nin hemen şimdi Esad yönetimine devredilmesini beklemiyor. Aksine Suriye’deki zorlu koşullar Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerine İsrail’le ilişki kurma, Filistinlilerle müzakereler konusunda baskı uygulama ve Suriye’yle ilgili görüşmeleri daha uygun bir zamana erteleme imkânı veriyor. Ancak İsrail Başbakanı Golan Tepeleri’nin müzakereye açık olmadığını söyleyerek bu yolu da tıkıyor.
Netanyahu’nun Golan açıklaması sadece Arap Barış Girişimi’ni değil BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarını da işlevsiz kılıyor. Söz konusu kararlarda bölgedeki tüm devletlerin toprak bütünlüğü vurgulanırken egemenlik ve bağımsızlıklarının tanınması isteniyor. Bu kararlar İsrail ile komşuları arasındaki tüm müzakerelerin dayanağı olmuştu. Buna 1991 Madrid Konferansı ardından başlayan ve Netanyahu’nun da dışişleri bakan yardımcısı olarak katıldığı İsrail-Suriye görüşmeleri de dâhildi. Suriye’deki savaş ve bu savaşı sonlandıracak herhangi bir diplomatik düzenleme Golan Tepeleri’nin Suriye’ye ait olduğunu bir gıdım bile değiştiremez. İsrail’in 1967 Altı Gün Savaşı’nda aldığı topraklara ilişkin bu ilke Mısır’la 1979’da imzalanan barış anlaşmasında da yer almıştı.
Öte yandan İsrail’in 242 ve 338 sayılı kararların başka bazı unsurlarını sıkıca gözettiği görülüyor. Örneğin uluslararası deniz yollarının serbestçe kullanımı ilkesi. Savunma Bakanı Moşe Ya'alon’un 12 Nisan’da savunma muhabirlerine yaptığı açıklamaya göre Suudi Arabistan, İsrail’le resmi ilişkileri olmamasına rağmen İsrail-Mısır barış anlaşmasına uyma sözü verdi. Anlaşmaya göre İsrail’e ait hava ve deniz araçları Tiran Boğazı’yla Akabe Körfezi’ni serbestçe kullanabilir. Umalım ki Arap Barış Girişimi’ni başlatan ülke olan Suudi Arabistan, Netanyahu’nun Arap topraklarına ilişkin “Verirlerse alırlar, vermezlerse almazlar.” şeklindeki o meşhur kuralını uygulamaz ve Netanyahu’nun Golan provokasyonuna cevaben İsrail’in uçuş ve seyrüsefer serbestini ortadan kaldırır.