Bugünlerde Ankara’nın kafe ve restoranlarında da dâhil konuşulan ana konu, ülkenin tek güç odağı haline gelen iktidar partisi AKP’nin çevresinde dönen tartışmalar ve o tartışmaların varacağı yer. Hemen söyleyelim: AKP’den ne yeni bir parti çıkar ne de bir bölünme olur.
İyi de eğer böyleyse, kuruluşundan 7 Haziran seçimine kadar AKP’nin en güçlü üç isminden biri olan eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yarattığı dalgalanma nedir diye sorulabilir. Birkaç anımsatmayla başlayayım.
Bülent Arınç, başbakan yardımcısı olarak birkaç kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan farklı çıkışlar yaptı. 2013 Haziran’ında başbakan vekili olarak Gezi Parkı protestolarını bitirmek için parkın yıkılmasından vazgeçileceğini açıklayarak önemli bir adım attı. Ancak Kuzey Afrika’dan dönen Erdoğan onu ters köşe yatırdı, parka yıllar önce yıkılan tarihi kışlanın yeniden yapılması fikrinde ısrar etti. Arınç istifa noktasına geldi. Neyse ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül araya girince vazgeçip sıkıntısını içine gömdü. Hukuk devleti olmanın gerekleri, yolsuzluk iddiaları üzerine ettiği bazı sözler de Erdoğan ve çevresi tarafından aykırı görüldü, yine ses etmedi.
2013’de kızlı erkekli kalınan öğrenci evleriyle ilgili düzenleme yapılacağı haberleri çıkınca ve bu evler polis tarafından basılınca, Erdoğan Gülen Cemaati ile kavgaya girişince, dönemin TUSİAD başkanı için ‘vatan haini’ imasında bulununca da Arınç hep tansiyon düşürücü açıklamalar yaptı. Hepsinde de Erdoğan’dan tepki aldı. Bu kez, “Benim de bu partide özgül ağırlığım var” deme gereği duydu ama ötesine geçmedi.
“Özgül ağırlık” PKK/Öcalan/HDP merkezli Kürt hareketi ile sürdürülen “çözüm sürecinin” bittiği noktada da kendisini hissettirdi. Erdoğan, bu kez Cumhurbaşkanı olarak çok yakını olan üç ismin -- bugün de aynı görevleri sürdüren Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala ile 1 Kasım seçimleri sonrasının Turizm ve Kültür Bakanı Mahir Ünal -- eseri olan “Dolmabahçe mutabakatını” tanımadığını ilan etti.
Arınç, hükümet sözcüsü olarak “mutabakata” destek verdi. Mart 2015’te, 7 Haziran seçimi öncesinde çıkan bu tartışma çok alevlendi. Arınç, Erdoğan’a yakın AKP’liler tarafından topa tutuldu. Ankara’nın dili sivri, atak belediye başkanı Melih Gökçek, Gülen Cemaati ile birlikte andığı Arınç’ın istifasını istedi, “hükümet sözcülüğünü istemiyoruz” dedi. Arınç alttan almadı. İlk başta Gökçek’e “terbiyesiz” de dedi, “parsel parsel Ankara’yı Cemaate sattı” da dedi. Daha ileri gitti, 8 Haziran’dan itibaren Gökçek ile ilgili davalık 100 konuyu konuşmak istediğini söyledi.
Ancak Arınç, 7 Haziran’dan bu yana Gökçek için ne konuştu ne de tek dava açtı. Sonuçta, yukarıda saydığımız tüm tartışmalarda bir şekilde geri adım attı izlenimi bıraktı. Ta ki 29 Ocak’ta CNN Türk’te “Dolmabahçe görüşmelerinden Erdoğan detayları ile haberdardı” diyene kadar.
Arınç o programda AKP’de “aile içi” görülen başka eleştiriler de yaptı, “Çınar altında güneş yüzü görmemiş daha çok gerçekler var” sözüyle meydan okudu. Ertesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, adını anmadan ‘o zat’ diyerek Arınç’a “dürüst değil” karşılığını verdi.
Korku eşiğinin aşıldığı an
İşte kritik gün ve eşik tam da burasıydı. Heyecanlı bir bekleyiş başladı: Arınç bu kez de susacak mı? Hayır, susmadı. Hem de çok şaşırtıcı ve yaratıcı bir yol izledi. Yanıtını tam saat 17.25’de sosyal medyadan verdi. Böylece Erdoğan’a, 2013’ün 17 ve 25 Aralık günleri hükümete yöneltilen büyük yolsuzluk iddialarını ima etmiş oldu.
Arınç’ın bu son tavrı, Erdoğan ve destekçilerinin ağır saldırıları sürse de AKP’de birilerinin korku eşiğini aştığının göstergesiydi. AKP’nin kurucuları ve eski bakanlar Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Nihat Ergün ve Suat Kılıç’tan da Arınç’ı savunan sözler işitilmeye başlandı.
Bu cılız denebilecek ilk çıkışların ardından 10 Şubat’ta Hüseyin Çelik, Hürriyet gazetesinde geniş açıklamalarda bulundu, Arınç’ın eleştirilerine yenilerini ekledi. Artık, Arınç ve arkadaşlarının sistematik bir çıkış yaptığı görülmeye başlandı. Ama gözler asıl, bu isimlerle yakın olduğu bilinen eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’deydi. Ne ilginç ki Gül, tam da Çelik’in çıkış yaptığı gün İstanbul’dan Ankara’ya gelerek Arınç ve dört arkadaşıyla buluşacaktı. Bu da “sistematiklik” konusunda başka bir işaretti. Daha da önemlisi Gül’ün Arınç ve arkadaşlarına desteğin net ifadesi gibiydi.
Ancak, bu seyahatten haberli olan Erdoğan’ın, Gül’ü Saray’a daveti, gelişmeleri başka bir boyuta taşıdı. Erdoğan, konuğunu ofisinde değil, konutunda 3 saat süren akşam yemeğinde ağırlayarak “aile içi sohbet, dertleşme buluşması” mesajını verdi. Gül, bu mesajı almaya yatkındı. Çünkü zaten kavgayı sevmeyen, isyan etmeyen, kendisine bir görev düşecekse onu mücadele ile değil “davet edilerek” üstlenmeyi amaçlamış, söz konusu AKP ve “dava” ise suhulet içinde davranmayı ilke edinmiş bir siyasetçiydi. Öte yandan, Türkiye’de yaşanan iç ve dış tüm gelişmeler konusunda Arınç ve arkadaşları ile hemfikir olduğu netti. Bu nedenle Gül, uzun süredir bazı AKP’liler için “kötüye gidişi durduracak” kişi haline gelmişti. Arınç’ın başlattığı sürece desteği, ciddi bir dalga yaratabilecekti.
Doğrusu, Erdoğan’ın mevcut çizgisine eleştirel bakan AKP’lilerin, bu kez Gül’den kendilerinden yana net tavır beklentisi güçlüydü. Bu beklentiyle Gül, Saray’dan çıktı ve Arınç’ın evine geçti. Malum dört isim de oradaydı.
Orada ne konuşulduğu en az Saray’daki kadar önemli ama ayrıntıları şimdilik “çınar altında güneş görmemiş” halde bekliyor. Ancak Gül’ün yine eski çizgisinde değerlendirmeler yaptığı, kaygıları paylaşmakla birlikte “dava”, “partinin çıkarları”, “dışarıda değil içeride konuşma” dediğini biliyoruz. Bu bilgiyi aktaran Gül’e yakın AKP’li iki eski milletvekilinin işittiklerinden biraz mutsuz kaldıklarını da söyleyelim.
Peki, sonuçta ne oldu denecekse özeti şu: Gül, havayı biraz yumuşatıp ateşi az kıstı. Bunu da bazı arkadaşlarını biraz kızdırmayı, üzmeyi göze alarak onların “Bugün yaşanan bazı olumsuzluk ve kötü gidişlerin sebebi olarak bizler de görülüyoruz” sözlerini göğüsleyerek yaptı. Çünkü şunu söylemeli: Bu arkadaşları zaten AKP’den ne ayrılmayı ne de bir başka parti kurmayı istiyorlar. İstedikleri, kendilerince ülkenin kötüye gidişinin önüne geçmek için Gül ile birlikte ses yükseltmek.
Pozisyonlar değişmedi
Gül biraz sükûnet sağladı ancak kimsenin pozisyonunda bir değişim olmadığı da ortada. Erdoğan-Gül buluşmasının Saray ve AKP’ye yakın medyada cılız yer bulması, yetmedi Gülen Cemaatine yönelik soruşturmalarda Arınç ve Çelik’in ifadeye çağrılabilecekleri haberinin Akşam gazetesinde aynı gün çıkması bunun ilk işaretleri.
Değişmeyen pozisyonlar, yeni çıkış ve rüzgârların nedeni olacak gibi. Bu noktada beklenen, başkanlık tartışmasının varacağı aşamadır, yani Anayasa değişikliğinde Meclis’in alacağı yoldur. Üç dört aylık bu yolda Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun izleyeceği tavır ve tutuma bağlı olarak AKP’de yeni gelişme ve çıkışların yaşanması ciddi olasılıktır.
“Hain” damgası o kadar çok kolay ve o kadar çok AKP’li için kullanıldı ki ondan kaynaklı “korku eşiği” ağırlığını yitirdi gitti. Yitip giden o eşik, bu gelişme ve çıkışların tetikleyicisi de olacak gibi. Evet, Erdoğan mevcut gücünü koruduğu sürece AKP’de kim hangi çıkışı yaparsa yapsın ciddi sayılacak bir gedik açılamaz. Ancak yine de şu “korku eşiğinin aşılmasını” önemsemeli. Ve de Anayasa Komisyonu Başkanı Cemil Çiçek’in 11 Şubat’ta CNN Türk’te Arınç ve arkadaşlarını, “AK Partinin zor günlerinde dik duranlar” diye övmesini bir kenara yazmalı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Arınç ve arkadaşlarını eleştirmekten uzak durması da kayda alınmalı. Varsayılsın ki Erdoğan-Davutoğlu ilişkisi su götürmez ama yakın çalışma ekiplerinin birbirlerine yan gözle dahi bakmak istemediği gerçeğini unutmamalı.