Türkiye, hemen her gün bir kadının kocası tarafından öldürüldüğü bir ülke. Haber bültenlerini dinlerken “Bugün üç kadın daha öldürüldü” cümlesini her gün duyabilir ya da internette kocası tarafından defalarca bıçaklanan kadınların sokaktaki güvenlik kameralarına takılan görüntülerini izleyebilirsiniz.
Bu derece vahşi ve yoğun yaşanmasına karşın kadın cinayetleri, “aile içi mesele” denilerek görmezden geliniyor, sıradan cinayetler gibi değerlendiriliyor. Aslına bakılırsa toplum da siyaset de kadın cinayetlerini, bugün sokakta işlenen onlarca cinayetten farklı bir yere koymuyor. Peki, koyması gerekiyor mu? Rakamlara ve cinayetlerin nedenlerine bakıldığında aslında kadın cinayetlerinin nitelikli ve sistematik olduğu, hatta giderek artan bir “cinskırıma” dönüştüğü görülüyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2014’te öldürülen kadınların yarısı kocaları tarafından öldürülmüş. Bu kadınlar boşanmak gibi kendi hayatlarına dair aldıkları kararları uygulamaya geçirmek istedikleri için öldürülmüşler. Bir nevi toplumun kendilerine dayattığı rollerin dışına çıkmak istedikleri için artık hayatta değiller. Kadınların öldürüldüğü her cinayet değil, bunun gibi kadın olmalarından kaynaklı cinayetler “kadın cinayetleri” olarak adlandırılıyor. Ve bu haliyle de sıradan cinayetlerden ayrılıyorlar.
Aynı platformun verilerine göre 2014 yılında 294 kadın, 2013 yılında 237 kadın, 2012 yılında 210 kadın öldürüldü. Rakamların, geçen yıllara göre artarak devam etmesi de bu olayların sistematik olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu tablo, kadın cinayetlerinin “ev içinde” kalmadığını, kamusallaştığını, devletin acil önlemler alması gerektiğini ortaya koyuyor. Düşünsenize, her yıl sadece çalıştıkları fabrikadan istifa etmek istedikleri için yüzlerce işçi öldürülseydi ya da her yıl başka bir dini seçtikleri için yüzlerce insan öldürülseydi yine bu cinayetlere basit, sıradan cinayet muamelesi yapılacak mıydı?
Peki, belli nedenlerle ve her yıl artan sayıda öldürülen kadınlar ya da ölüm tehdidi altında olan kadınlar için ne yapılıyor? Kocası tarafından öldürülen Ayşe İnce isimli kadının, öldürülmeden önce yaşadıkları bu soruya yanıt verebilir.
Ayşe İnce evlendiği günden bu yana kocası Mehmet İnce’den dayak yiyen bir kadın. Son yediği dayakta kocası falçatayla kendisini yaralayınca, polise sığınmış. Mahkeme, kocayı para cezasına mahkûm etmiş üstelik bu cezayı da ertelemiş. Kadın, yine dayak yemiş. Bu kez Savcılığa gidip koruma istemiş, ama talebi kabul edilmemiş. Babasının evine sığınıp, boşanma davası açmış. Sadece birkaç ay sonra, izini bulan kocası onu tehdit etmiş. Yeniden polise başvurmuş. Polis, kocasını gözaltına almış ve aynı gün serbest bırakmış. Kadına da “Bir şey olursa Polis İmdat hattını ara” demişler. Polis tarafından serbest bırakılan koca, bir hafta sonra Ayşe’yi sokak ortasında 17 yerinden bıçakladı. Polis İmdat Hattını aramaya fırsat bulamayan Ayşe, kızının okulunun kapısında yaşamını yitirdi.
Ayşe İnce, öldürülmeden önceki 8 ay boyunca bir kez Savcılığa, iki kez Mahkemeye, iki kez de polise giderek, öldürüleceğini söylemiş ama hiçbir yardım alamamıştı. Yardım alsa da muhtemelen değişen bir şey olmayacaktı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Parlamento’ya gönderdiği raporlara göre, geçen yıl haklarında koruma kararı bulunan 23 kadın öldürüldü. Ayrıca 21 kadın da hakkında “çağrı üzerine koruma kararı” varken ani gelişen olaylar sırasında polise çağrı yapamadan öldürüldü.
Ayşe öldü ama ailesi ona koruma vermeyen ve tehditlere karşın kocasını serbest bırakan idare ile savaşı bırakmadı. Ayşe’nin babası, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına dava açtı. Davaya bakan İstanbul 2. İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığını cinayetten sorumlu tutarak çok önemli bir karara imza attı. Bakanlığı aileye 360 bin TL tazminat ödemeye mahkûm eden Mahkeme kararında “Kişilerin can ve mal güvenliğini korumak devletin asli görevidir. Ülkemizde yaygın hal alan bu cinayetlerin varlığı bilinmesine rağmen gerekli önemin gösterilmediği, koruma tedbirlerinin alınmadığı açık. İdare, davacıların zararını tazminle yükümlüdür” değerlendirmesini yaptı.
İdare mahkemesinin kararı, kadın cinayetlerinin sıradan cinayetler gibi ele alınmaması için oldukça önemli, devrim niteliğinde bir karar. Zira bu gibi tazminatların yoğunluğu bakanlıkların, kadın cinayetlerini ciddi bir biçimde ele alarak gerekli önlemleri almalarını sağlayabilir.
Öte yandan bakanlıkların bu konularda yasal yükümlülüklerini yerine getirmeleri için de itici güç olabilir. Türkiye’nin, kadının korunması için var olan uluslararası sözleşmelere imza atan, iç hukukta da kadını koruyan yasaları bulunan bir ülke olduğunu da vurgulamakta yarar var. Türkiye, BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin imzacısı. Ailenin Korunmasına İlişkin Yasa da kadınların korunmasından, erkeklerin evden uzaklaştırılmasına kadar çok sayıda düzenleme içeriyor. Yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesi dahi kadın cinayetlerinde önemli bir azalışa neden olabilir.
Kadın cinayetlerinin sona erdirilmesini sağlayacak en önemli adımlar ise kadın erkek eşitliğinin yaratılması ve kadının tek başına bir birey olarak yaşamını devam ettirmesi önündeki ekonomik ve sosyal engelleri ortadan kaldırmakla atılacak. Türkiye’nin hemen her gün bir kadın cinayeti haberine uyandığı bir ülke değil, kadınların da erkekler gibi söz sahibi olabildikleri, ekonomik sosyal hayatta var olabildikleri, kendi kararlarını özgürce ve sorunsuzca yerine getirebildikleri bir ülke olması gerekir. Kadınlar buna hazır görünüyor, sistemin de kadınlara ayak uydurmasının vakti geldi.