Türk Deniz Kuvvetleri için geçtiğimiz 10 sene epey zor geçti. Aralarında amirallerin de bulunduğu pek çok üst düzey denizci subay muhtelif nedenlerle tutuklandı ve hapse atıldı.
Denizcilere yönelik en geniş tutuklama dalgaları 2010’daki “Balyoz soruşturmasıyla” başladı. Bu soruşturmada 13 muvazzaf amiral tutuklandı ve emekli edildi. 250’si tutuklu, 365 askerin yargılandığı dava sonucunda, aralarında 25 emekli amiralin de bulunduğu denizci subaylar 12 ila 20 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Balyoz sürecini 2010 ortalarında Poyrazköy soruşturması izledi. Poyrazköy’de yapılan kazılarda bulunan silahlarla ilgili soruşturmada 5 denizci subay daha tutuklandı.
Tutuklamalar ve yargılamalar sonrasında da devam etti: “Deniz Kuvvetleri Komutanı’na suikast” iddiaları ile 17 üst düzey subay, “darbe ortamı hazırlama planı” iddiasıyla 33 üst düzey denizci subay tutuklandı. Gölcük Donanma Komutanlığı’nda bulunan belgelerle ilgili 10 deniz subayı; İzmir’deki “Casusluk” soruşturması kapsamında da 56 denizci personel hakkında dava açıldı.
Son 10 yılda TSK personeli hakkında yürütülen bu soruşturma süreçlerinde adı geçen 3500 civarında askeri personelden 1857’si yani %50’den fazlası denizciydi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görevli yaklaşık 50 amiralden 15’e yakını, 750 albaydan ise 120’si bu dava süreçlerinde tutuklandı ve ardından emekli edildi. Tutuklanan toplam 3500 asker TSK’nın subay kadrosunun yaklaşık onda birini oluşturuyordu ve bu subayların çoğu denizciydi.
Kısacası, rakamlar da bu yaşananların Türk Deniz Kuvvetleri için büyük bir “tasfiye süreci” olduğunu gösteriyor. Peki, Deniz Kuvvetleri niçin bu tasfiyenin hedefindeydi? Dava süreçlerinin en “mağdur” denizcilerinden biri olarak bilinen Deniz Piyade Albay Dursun Çiçek’in buna yanıtı şöyle: “Türk Deniz Kuvvetleri’nin milli gemi, milli silah, Karadeniz ve Akdeniz politikası gibi milli konularda İsrail ve ABD politikalarına aykırı olan fikirleri vardı. Türk Deniz Kuvvetleri’nin başına gelenlerin sebebi de işte bu.” Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da Balyoz kumpasının Türk donanmasını “zayıflatma”yı ve Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’deki etkinliğini azaltmayı amaçladığını söylemişti.
Ancak hükümet kanadında Balyoz’un kumpas olduğu görüşüne katılmayanlar da var. Örneğin, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e göre: “Balyozu yok saymak, kendi kendimizi kandırmak ve halkımızın aklıyla alay etmektir bir kere. Balyoz Eylem Planı bal gibi bir darbe teşebbüsüdür.”
Öte yandan, başta Balyoz olmak üzere Türkiye’de denizcilerin karıştığı dava ve soruşturma süreçleri konusunda tartışmalar devam etse de Türk Deniz Kuvvetleri’nin bu travmayı çabuk atlattığı gözleniyor. Deniz Kuvvetleri’nin Ocak 2014’ten bu yana büyük bir restorasyon ve öz güven inşası sürecine girdiğini ve bu sürecin siyasi karar alıcılar tarafından da desteklendiğini söylemek abartılı olmaz. Bunun en son örneği Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı 4 firkateynden oluşan Barbaros Türk Deniz Görev Grubu’nun (Barbaros Turkish Maritime Task Group) “Ufuk Ötesi” temasıyla icra ettiği seyirdir. Türk donanması, 17 Mart’ta başlayıp, 27 Haziran’da biten 102 günlük bu Afrika seyrinde 148 yıl sonra ilk kez Ümit Burnu´ndan geçti. Seyre biri MİLGEM kapsamında üretilen 2 firkateyn, 1 korvet ve 1 lojistik gemisi katıldı. Afrika´daki 24 ülkede faaliyet gösteren Barbaros Türk Deniz Görev Grubu, Afrika Kıtası´nı baştan sona dolaşarak, 19’u ilk kez olmak üzere aralarında Somali’nin de bulunduğu 24 Afrika ülkesinde toplam 25 limanı ziyaret etti.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nun denizcilerin Türkiye’ye dönüşü için düzenlenen törende yaptığı konuşma dikkat çekiciydi: “Bu faaliyetler, Türk Deniz Kuvvetleri’nin kazandığı imkân ve kabiliyetlerin sergilenmesine, ikili ilişkilerin derinleştirilmesine ve yeni ilişkilerin tesis edilmesine, Afrika ülkelerinin deniz güvenliği alanındaki kapasite artırımına yönelik yürütülen iş birliği çalışmalarına, Türkiye’nin küresel ve bölgesel aktörler arasındaki yerinin güçlendirilmesine büyük katkı sağlayacaktır”
Deniz Kuvvetleri tarafından Barbaros Türk Deniz Görev Grubu’nun görevleri şu şekilde sıralanıyor:
- Dünya denizlerinde sancak/varlık göstererek Türk Dış Politikasını desteklemek
- Afrika Ülkeleri ile tesis edilen ilişkilerin geliştirilmesine ve yeni ilişkilerin tesis edilmesine katkı sağlamak
- Uluslararası platformlarda söz sahibi olmak ve deniz harekâtına yön vermek
- Deniz Haydutluğu ile mücadele etmek
- Akdeniz’de NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı’nı (Operation Active Endeavor) desteklemek.
- Güney Afrika yüksek irtifa balistik füze atışları icra etmek.
- Seyre katılan başta Savunma Sanayii Müsteşarlığı olmak üzere Türk
- Savunma Sanayii firmalarınca savunma sanayii tanıtım faaliyetleri icra etmek.
Bunların yanı sıra, Deniz Kuvvetleri Mobil Eğitim Timleri’nin belirli limanlarda ev sahibi ülkelere ait Deniz Kuvvetleri unsurlarına deniz güvenliğine yönelik eğitimler verdiği de biliniyor. Bu seyri daha ilginç yapan bir diğer unsur ise sadece askeri bir misyon olmaması. Barbaros Görev Grubu belki de ilk kez Türkiye’nin “yumuşak gücü”nün Afrika’da hissedilmesini sağlamak maksadıyla TİKA ve Sağlık Bakanlığı gibi kamu kurumlarıyla koordineli bir çalışma yürüttü. Türkiye’nin temin ettiği sağlık ve eğitim malzemeleri Afrika ülkelerine dağıtıldı. Ziyaretlerde, TSK ve Sağlık Bakanlığı ekipleri tarafından ihtiyaç sahiplerine genel sağlık taraması ve acil sağlık eğitimi gibi hizmetler verildi. Türkiye’nin Afrika’da yeni açtığı 19 büyükelçiliğin çalışanları da seyir esnasında düzenlenen resepsiyonlarda kendilerini ev sahibi ülkelere tanıtma imkanı buldu. Ayrıca, liman ziyaretleri süresince gemiler halkın ziyaretine açıldı, çeşitli konser ve gösteriler düzenlendi.
Türk Deniz Kuvvetleri’nin 2015 yılı hedefi de büyük. İkisi MILGEM sınıfı yerli yeni nesil fırkateyn olmak üzere 6 gemili -yani Barbaros’dan daha büyük- bir görev grubu Uzak Asya seyri hazırlıkları içinde.
Oramiral Bülent Bostanoğlu Preveze Deniz Zaferi’nin 476. Yıl dönümünde yayımladığı mesajda Türk donanmasının yaklaşık 200 bin tona yaklaştığını vurguladı. Bostanoğlu mesajında donanmanın 134 muharip ve yardımcı sınıf gemi, 50 hava vasıtası, Amfibi Deniz Piyade Taburları, Su Altı Taarruz (SAT), Su Altı Savunma (SAS) timleri ile milletin denizlerdeki hak ve menfaatlerinin korunmasının yanı sıra bölgesel, küresel barış ve istikrarın tesis edilmesine de katkı sağladığı kaydetti.
Peki, siyasi karar alıcılar daha 2 yıl öncesine kadar denizcilerin soruşturma süreçlerini “yargının bağımsızlığı” gerekçesiyle sessizce izlerken, şimdi Deniz Kuvvetleri’nin son dönemde artan bu restorasyon çabalarına nasıl yaklaşıyor? Bu sorunun cevabı, “AKP pragmatizmi” olarak açıklayabileceğimiz kavramda gizli. Örneğin, soruşturma süreçleri esnasında sessiz bir tutum sergileyen, ancak son dönemde tutumunun değiştiği gözlenen Başbakan Ahmet Davutoğlu Haziran başında Barbaros Görev Grubu’nu Tanzanya’da ziyareti etti. Davutoğlu’nun konuşmasında Türkiye'nin dünya sularında operasyonel olabilen dünyadaki 10 güçten biri olduğunu vurgulaması anlamlıydı. Davutoğlu şöyle konuştu: "Türkiye artık küresel güç olma yolundadır. Hedefimiz diplomasiyle ekonomik ve askeri gücüyle Türkiye'yi, cumhuriyetimizin ilk 100. yılında dünyada küresel bir güç haline getirmektir, deniz kuvvetlerimizi ve askeri kapasitemizi dünyanın ilk 10’u içerisinde görmektir".
Türkiye’de siyasi karar alıcıların, Deniz Kuvvetleri’nin küresel ortamda kendini gösterme çabalarına desteğini artırmasının iki nedeni var: Bunlardan ilki iç siyasetle yani “Yeni Türkiye” vizyonunun içini doldurmakla ilgili. Hükümetin deniz kuvvetlerini iç siyasette etkin bir öz güven inşa nesnesi olarak gördüğünü söylemek mümkün. Türk Deniz Kuvvetleri dış politikada ise sağlık, eğitim ve kültürel alandaki yumuşak güç unsurları ile süslenebilecek önemli bir sert güç enstrümanı olarak karşımıza çıkıyor.