Twitter hedefte
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, tartışmalı internet yasasının akabinde ve 30 Mart yerel seçimlerine günler kala Twitter’ın Türkiye’de kullanılmasına yasak getirdi.
Laura Rozen’in bildirdiği gibi ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir sözcüsü konuya ilişkin 20 Mart’ta şöyle dedi: “Sosyal medya sitelerinin kapatılabileceğine dair her türlü düşünce, bizi ziyadesiyle kaygılandırmaya devam ediyor.”
Al-Monitor yazarları Cengiz Çandar, Semih İdiz, Pınar Tremblay ve Tülin Daloğlu kısıtlayıcı internet yasasını, yasa ile hükümete yöneltilen yolsuzluk suçlamaları arasındaki bağı ayrıntılarıyla ele alıyor.
Bu kaygı verici eğilim, başka Al-Monitor yazarlarının da konusu. Abeer Allam, Suudi Arabistan’ın sosyal medya aktivistlerini susturmak için harekete geçtiğini aktarırken, Matt Duffy de Katar’da gündemde olan internet suçları yasasının gazetecileri kaygılandırdığını anlatıyor. Allam ile Duffy’nin yazıları, Al-Monitor’un bu hafta yeni başlattığı Körfez’in Nabzı bölümünde yer alıyor.
Ukrayna’nın yansıması olacak mı?
ABD’yle Rusya’nın Orta Doğu’daki iş birliği, şu an bozulmadan devam ediyor. Ancak Ukrayna krizi, Rusya’nın Batı ile ilişkilerini iyice bozarsa bu iş birliği de zarar görebilir.
Rusya’nın İran görüşmelerindeki temsilcisi Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, 19 Mart’ta, Rusya’ya karşı yeni yaptırımların uygulanması hâlinde Rusya’nın İran konusunda “misilleme tedbirleri” alabileceğini belirtti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı’ndan aynı gün yapılan açıklamada ise ABD’nin Suriye ile diplomatik ilişki seviyesini düşürmesi eleştirildi. Açıklamada şöyle dendi: “Anlaşılıyor ki Şam rejimini devirme hedefi, Suriye Arap Cumhuriyeti’ni kimyasal silahlardan arındırma ve silahlı çatışmalarda mağdur olan milyonlarca Suriyeliye yardım etme görevinin önüne geçiyor. Bu görevler, Suriye hükümetiyle temas etmeden yerine getirilemez.”
İran ve Suriye’nin önemi göz önüne alındığında ve uluslararası diplomasi için genel olarak iyi geçen bu haftanın ardından ABD-Rusya iş birliğinin Ukrayna krizine kurban gitmesi talihsizlik olur.
Üst düzey bir ABD yetkilisi, Viyana’da bu hafta yapılan İran-P5+1 müzakerelerini “saygılı, profesyonel ve yoğun” olarak niteledi, gündemin “çok önemli bazı esaslara odaklandığını” ve Ukrayna krizinin Rusya’nın görüşmelerdeki tavrına yansımadığını belirtti.
Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü-BM ortak misyonunun 20 Mart tarihli açıklamasına göre, bir hafta içinde gerçekleşen üçüncü kimyasal silah teslimatıyla birlikte “Suriye dışına çıkarılan kimyasal malzeme, toplam stokun yaklaşık yarısına ulaştı”.
Uzun zamandır bekleyen bir BM yardım konvoyu da nihayet Kuzey Suriye’deki Kamışlı kentine güvenli bir şekilde ulaştı.
Vitaly Naumkin, Ukrayna ve Kırım krizinin yatışmaması hâlinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Orta Doğu’da daha iddialı hareket etmesine ABD’nin hazırlıklı olması gerektiğini belirtiyor. Naumkin, şöyle yazıyor: “Başkan Barack Obama’nın ABD’deki Suriye elçiliğinin kapatıldığına dair açıklamasının, Rusya’nın Kırım’la Sivastopol’ü Rusya Federasyonu’na katma kararına denk gelmesi, Moskova’da tesadüf olarak görülmüyor. Bu, ABD yönetiminin Şam’a karşı daha sert bir tutuma girdiği, Suriye krizinin çözümünde Moskova’yla iş birliğinden uzaklaşacağının işareti olarak yorumlanıyor.”
Paul Saunders, Batı ile Ukrayna gerilimi devam ederken Rusya’nın asli ekonomik ve güvenlik çıkarlarına odaklanacağını belirtiyor. Saunders şöyle yazıyor: “Suudi Arabistan ile Suriye, Rusya’nın Orta Doğu’daki esas güvenlik kaygılarını oluşturuyor. Moskova’nın başlıca güvenlik hedefi, kendi ülkesindeki terör sorununu asgariye indirmektir. Bu da radikalleri bastıracak güçlü bir Suriye hükümetini desteklemeyi, Suriye’de El Kaide bağlantılı muhalif gruplar ile eski Sovyetler Birliği’nde radikallere Suudilerin ya da başkalarının resmi veya gayri resmi desteğinin caydırılmasını gerektiriyor. Rusya, yıllardır Suudi Arabistan’la Katar’ı Çeçen militan gruplarının başlıca destek kaynağı olarak görüyor.”
Ukrayna krizinin Orta Doğu’ya yansıyacağı endişesi baş gösterirken BM de savaşın insani maliyetine ilişkin iç karartıcı raporunu güncelledi. BM şöyle dedi: “Merhamet göstermek yeterli değildir, merhametle yetinmemek lazım. Komisyon, bu savaşı bitirecek tek çözümün müzakere yoluyla varılacak siyasi çözüm olduğunu söyleyegelmiştir. Hem ihtilafın tarafları hem nüfuzlu devletler, bu yöndeki çabaları yeni bir iradeyle yürütmelidir.”
Suriye savaşının yayılma tehlikesi, bu hafta hiç olmadığı kadar arttı.
İsrail savaş uçakları, 19 Mart’ta, bir gün önce dört İsrailli askerin yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırıya misilleme olarak Suriye’de askeri hedefleri vurdu.
Ben Caspit’in bildirdiğine göre, İsrail savunma teşkilatındaki çoğu yetkili, Suriye’de kol gezen ve rejimle savaşan cihatçı ve El Kaide gruplarına kıyasla Esad’ın “ehvenişer” olduğuna inanıyor. Caspit şöyle devam ediyor: “Ancak İsrail bu arada Esad’la Hizbullah karşısında yeni bir kırmızı çizgiler haritası, yeni bir ‘dehşet dengesi’ ve caydırıcılık belirledi. Nitekim yabancı kaynaklara göre İsrail, Şam-Beyrut güzergâhında roket, füze, gelişkin radar sistemleri gibi oyunu değiştirebilecek silahlar taşıyan konvoyları vurmaya devam ediyor.”
Akiva Eldar ise İsrail’in barış ve istikrara katkı yapacak geniş bir bölgesel strateji kapsamında Suriye’deki insani krizde inisiyatif alması için tutkulu bir çağrıda bulunuyor.
Öte yandan Lübnan’ı bu hafta yeni bir endişe dalgası sardı. Zira Suriye kuvvetleri, Lübnan’ın doğu sınırındaki Yabrud’u geri alarak ikmallerini Lübnan üzerinden sağlayan Suriyeli isyancılara ağır bir darbe indirdi. İsyancı saflarından birçok savaşçı, sınırı geçerek Arsal’a kaçtı. 16 Mart’ta Baalbek’te infilak eden bomba yüklü araç, Trablusşam’da mezhepsel gerilimin iyice artacağı korkusuna yol açtı.
Suriye bağlantılı şiddetin yükseleceği korkusu, Lübnanlı liderleri siyasi anlaşmazlıklarını bir kenara koyup yaygınlaşan mezhepçi teröre eğilmeye itmiş olabilir. Yine de Lübnan güvenlik güçlerinin bu sorunla baş etmek için ne kadar etkili olduğu tartışılır.
Jean Aziz, bu konuda şu bilgiyi veriyor: “Al-Monitor’a konuşan siyasilere göre, Hristiyan lider Mişel Aun ile en güçlü Sünni lider olan eski başbakan Saad Hariri, hâlihazırda süren görüşmelerde bu konuyu ele alıyor. Buna göre, iki taraf ortak bir tutumda anlaşarak Lübnanlı makamlara eşanlı olarak yapacakları açık çağrıda kuzey bölgeler ve Bekaa Vadisi başta olmak üzere sahadaki sorunların çözümünü isteyecek.”
Brahimi İran’da
Suriye krizinin arz ettiği aciliyet, BM ile Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi’yi İran’a gitmeye itti.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, 18 Mart’ta Brahimi’ye İran’ın “Suriye’deki insani krizin çözümüne yardımcı olmaya hazır olduğunu” bildirdi. İran Dışişleri Bakanlığı’na göre Zarif, “ülkede güvenlik ve istikrarın yeniden tesisi için Suriye hükümetiyle Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın rolünü” izah etti ve “tüm toplumsal kesimlerin siyasi geleceklerini belirlemesine imkân verecek seçimler için hazırlık yapılmasını” istedi. Zarif ayrıca “Suriye’deki terörün bölgedeki ülkelere yayılabileceği” konusunda uyardı ve “terörle aşırıcılığa karşı mücadelede bölgesel ülkelerin hep birlikte iş birliği yapması gerektiğini” vurguladı.
İran’ın Arap ve Afrika işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir-Abdullahiyan ise Brahimi ile aynı gün yaptığı ayrı bir görüşmede şöyle dedi: “Suriye’de çözümün anahtarı, silah kaçakçılığını ve dış destekli militan grupların sızmalarını önleyecek sınır güvenliği önlemlerinde yatmaktadır.” Emir-Abdullahiyan, İran’ın Suriye konusundaki yaklaşımını Al-Monitor için geçtiğimiz günlerde yazdığı özel makalede anlatmıştı.
Bu sütun, İran’ın Suriye’de varılacak herhangi bir siyasi çözümde merkezi bir yer aldığını vurgulayagelmiştir. 12 Ocak’ta, Cenevre-2 Konferansı’na 10 gün kala, Esad’ın görevi bırakmasına dönük müzakerelerin gerçekçi bir hedef olmadığını, bu nedenle Cenevre-2’de atacak “yeni nabzın” insani yardım konusunda daha yoğun iş birliği ve terörle mücadele konusunda bölgesel bir stratejinin belirlenmesine odaklanacağı belirtilmişti. Görüşmeler, bu öngörüyü haklı çıkardı.
Bazılarına göre, Esad’a verdiği destek ve Ukrayna’daki tutumu nedeniyle Rusya ile Suriye konusundaki diplomasi de terk edilmeli. Bu görüşü savunanlar, Moskova veya Tahran’ın desteği olmadan ya da doğrudan Suriye hükümetiyle muhatap olunmadan siyasi geçişin nasıl gerçekleşeceğini, insani yardımın nasıl sağlanacağını da açıklayabilmeli.
Suriye’de rejim değişikliğini savunan ahlakçı yaklaşımın gerçek hayattaki sonucu, ne yazık ki Suriye ve bölgeyi daha fazla savaş ve teröre, daha fazla acıya mahkûm ediyor.
Suriye rejiminin dayanma gücü ve son zamanlarda kazandığı askeri zaferler düşünülürse, rejim değişikliğini gerçekçi bir varsayım olarak ele almak bile analitik bir hata içeriyor. Bu husus, eski ve şu an görevde olan ABD yetkilileri tarafından da dile getiriliyor.
ABD’nin eski Suriye büyükelçisi Robert Ford, bu hafta yaptığı açıklamada muhalefete kıyasla “rejimin merkezinde belli bir uyum ve beraberlik olduğunu”, krizin başlarında bu olgunun küçümsenmiş olabileceğini belirtti. Barabara Slavin’in bildirdiği gibi, CIA Başkanı John Brennan da geçtiğimiz günlerde bu hususa işaret etmişti.
Ford, ABD’nin muhalefete sınırlı askeri destek vererek Esad rejimini 2012’de devirmiş olabileceği söylemini geçerli bulmuyor. Muhalefetin o günlerde yeterince örgütlü olmadığını belirten Ford’a göre, böyle bir hamle muhtemelen siyasi boşlukla neticelenmiş olurdu.
Ford, ABD’nin İran’ın Suriye’deki asli kaygılarını anlamak için onunla bugüne dek ciddi bir görüşme yapmadığını söyleyerek şöyle devam ediyor: “El Kaide’nin Suriye topraklarının dörtte üçünde kök salması için İran’ın can attığını hiç sanmıyorum. Ama bu, bir anlaşmaya varmak ya da sonuç elde etmek için yeterli mi? İşte bundan o kadar eminim değilim.”
Brahimi'nin İran ziyareti, o gecikmiş görüşmenin nihayet başladığının işareti olabilir.