Birbirlerinin gücünü ve sabrını yeterince test ettikleri ortak tarihsel geçmişten gelen Türkiye ile İran, ikili ilişkilerin uçurumun kenarına sürüklendiğinde illaki tutunacak dallar bulmuştur. Tarihin derinliklerinde karşılığı olan güvensizliklerin güncel nedenlerle yeniden nüksettiği günlerden geçiyoruz. Malum aradaki kara kedi Suriye. Şimdi her iki ülke de artık birbirine tutunacakları noktalar arıyor. Hazreti (İmam) Hasan’ın barış yoluna atfen geliştirilen ‘kahramanca esneklik’ konseptinden hareketle İran diplomasisine itidal getirmeye çalışan yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin bu tarzı, Batı ile gerilimleri düşürmede olduğu kadar Türkiye ile yeni bir başlangıç için iyi bir fırsat. Açıklamalar bakılırsa her iki taraf da bu fırsatı değerlendirme iradesini gösteriyor. “ABD ve Avrupalı müttefikler İran’a yaklaşırsa Türkiye’nin bölgesel önemi azalır” retoriğini dillendirmek artık hem demode hem lüks.
Çiçek’in Şiraz turu
Hükümetin politikaları üzerinde en etkili isimlerden biri olan TBMM Başkanı Cemil Çiçek, 21 Eylül’den itibaren 5 gününü İran’da geçirdi. Çiçek, İranlı muadili Ali Laricani dışında dini lider Ayetullah Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Ruhani, Düzenin Yararını Teşhis Konseyi Başkanı Haşimi Rafsancani ve Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ile görüşmeler yaptı. Çiçek’in en üst düzeyde ağırlanması ikili ilişkilerde hem yumurtanın ne denli kapıya dayandığına hem de zor dönemeci daha az zararla atlatma arzusuna işaret ediyor.
İranlılar dostluğun nerelerde demleneceğini ve dostların nasıl teskin edileceğini de iyi biliyor. Çiçek’in gezdirildiği yerler arasında Türk edebiyatını etkilemiş ünlü şairler Hafız ve Sadi'nin Şiraz’daki mezarları, dillere destan İrem Bağı ve Fars’ın siyasal derinliğini temsil eden Persepolis de vardı. Türkler de İranlılar da tarihlerinden çok iyi bilir ki şiirin dizeleri saray koridorlarında birer yol işaretidir. Hafız ve Sadi’nin mezarları başında kesintisiz terennüm edilen mısralar İranlılar kadar Türklere de dinginlik verir. Diplomatik ilişkiler nazikken bir Şiraz turu iyi gelir.
Türkiye’yi zorlayan koşullar
Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye ile İran’ın Suriye’deki pozisyonları hala birbirine çok uzak. Ankara, son üç yılda birinin ‘direniş ekseni’ ötekinin ‘Şii hilali’ dediği jeopolitik hat üzerinde Suriye halkasını çözmek suretiyle İran’ı Ortadoğu’dan izole edecek bir sürecin en kritik parçası haline geldi. Türkiye hükümeti bütün söylemlerini ve eylemlerini Esad rejiminin çöküşü üzerine kurgulamışken bundan farklı bir sonucu kabullenmesi zor. Ancak bu yönde bir manevrayı İran’la yakınlaşma sayesinde yapabilir. Kimyasal silahların tasfiyesini öngören anlaşma Suriye’ye olası askeri müdahaleyi bertaraf edince komşudaki kriz iyiden iyiye bir mayın gibi Türkiye’nin kucağına çöktü.
Bu gelişmeler Türkiye’nin pozisyonunu zayıflatırken İran’ın elini güçlendirdi. Artık ABD ve Rusya’nın tayin ettiği istikamet, Türkiye’nin ayak dirediği Cenevre-2 Konferansı. “İran’ın katılımı olmadan Suriye’de çözüm zor” görüşü giderek önemsenirken Ankara’nın, ABD ile Rusya arasında oluşmakta olan ve İran’ın da ortak olmaya çalıştığı yeni yol haritasına daha fazla direnmesi zor. Bu süreçten sapma olmazsa ister istemez İran ile Türkiye’nin tezleri yakınlaşacak.
Türkiye’nin sınır bölgelerinde yaşanan gelişmeler de bu yakınlaşmayı zorluyor. Türkiye’nin silahlı gruplara sunduğu lojistik destek yüzünden sınır illerindeki Peşaverleşme olgusu, nihayetinde Kaide ile bağlantılı Nusra Cephesi ve Irak-Şam İslam Devleti gibi grupların kontrol edilemeyecek kadar güçlenmesi ve Türkiye’yi de tehdit eder hale gelmesi, iç savaş ve mezhepçi yönelimin etkisiyle Türkiye’de Alevi-Sünni ayrışmasının tehlikeli bir şekilde tırmanması, Tahran’ı da çok yakından ilgilendirecek şekilde Suriye’nin kuzeyinde Rojava’da PKK ile ilintili PYD’nin liderliğinde gelişen fiili Kürt özerk yapının Türkiye sınırının en az 400 kilometresinde kalıcı hale gelme ihtimali İran’la birlikte çalışma gereğini arttırıyor.
Beri tarafta İran’ın istikrarlı bir şekilde ilişkilerini geliştirdiği, Türkiye’nin ise tam tersi gerileme yaşadığı Irak’la yeni bir sayfa açılmasında ya da mesafenin büyümesinde Tahran faktörü her zamankinden daha önemli hale geldi.
İşte böylesi bir ortamda mesajlardaki incelikler önem kazanıyor. Çiçek, İran ziyaretimin sonunda yaptığı değerlendirmede "Ruhani’den hem uluslararası toplumun beklentileri var hem de bizim beklentilerimiz var" derken ekonomik ilişkiler kadar bölgenin barış ve istikrara kavuşmasında iki ülkenin birlikte hareket etmesinin önemine vurgu yaptı. Ayrıca Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söyleminden farklı olarak Suriye’de Allah adına kan dökenlerden duyulan rahatsızlığı dile getirdi: “Hem Suriye'de hem Irak'ta bir kaos yaşanıyor, barış ve esenlik dini olan İslam'ı benimsemiş bu toplumlarda Allah'ın ismi kullanılarak, 'Allah-u ekber' denilerek kan dökülmeye devam ediliyor."
Ruhani ise bölgedeki radikalizm ve mezhepsel ihtilafların artmasının iki ülke gelişmesini tehdit eden büyük tehlikeler olduğunu belirtip "İki ülkenin bu konudaki yaklaşımları farklı olsa da hedef ve menfaatleri aynıdır. Bu yüzden Tahran ve Ankara bu konularda diyalog ve istişare içinde olmalı, özellikle krizlerin çözümünde bölgede daha etkin rol oynamalı” mesajı verdi. Ruhani’nin yardımcısı Cihangiri de “İranlı yetkililerde dost ve komşu Türk devleti ile ilişkileri güçlendirme konusunda ciddi bir irade ve kararlılık var” dedi.
Ruhani, Gül’e yabancı değil
Çiçek’in temaslarına paralel olarak New York’ta BM Genel Kurulu toplantıları sırasında Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Türk heyetiyle temaslarında da işbirliği öne çıktı. Gül’ü izleyen Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’ın tespiti şöyle: “İlginçtir, aslında New York öncesi Ruhani’ye en sıcak mesaj, Beyaz Saray değil Türkiye’den geldi. Gül, hem Ruhani hem de dışişleri bakanı Zarif’i yıllardır tanıyor. Türk-İran ilişkilerinin son iki yıldır ne ölçüde gergin olduğunu düşünürseniz, bir de buna Türkiye’nin günün sonunda ‘Batı ittifakının’ bir parçası olduğunu da eklerseniz, Gül’ün devlet başkanı olarak sarf ettiği sözlerin özel bir anlam taşıyor: ‘İran’da yeni dönem başladı... İslam Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden sapma olacağını zannetmiyorum. Ama daha uzlaşmacı, diyaloğa açık, kendi içinde daha özgürlükçü olacaklarını tahmin ediyorum. Suriye’de olamaz.’ Bu ne demek? Türkiye, İran’a bir kredi veriyor, dünyanın İran’a ‘yeni bir sayfa açmaya hazır’ olduğunu söylüyor. Diğer yandan Ankara, Tahran’la Suriye yüzünden sıkıntılı olan ilişkisini de yeniden kalibre edebileceğinin sinyallerini veriyor.”
Burada atlanılmaması gereken bir nokta daha var: İhtiyatlı olsalar da İran’la işbirliğini öne çıkaran Çiçek ve Gül, Suriye konusunda Erdoğan ve Davutoğlu’ndan giderek ayrışan tarafı temsil ediyor. Bu yüzden diyalog ve işbirliği mesajlarının yakınlaşmadaki etkisi teste muhtaç bir süreç. Erdoğan hükümeti, kendinden önceki dönemde Milli Güvenlik Konseyi’nin 1997 tarihli kararıyla “Türkiye’de rejim aleyhine ve yıkıcı faaliyet yürüten ülke” diye kodlanan İran’la, Irak ile Lübnan başta olmak üzere Ortadoğu’daki nüfuz rekabeti ve Suriye krizi kızışıncaya dek karşılıklı dostluğa dayalı ilişkiler geliştirmeyi başarmıştı. Bu deneyimden hareketle siyasal iklimin değişmesine paralel olarak yeni bir sayfa açmak bütün zorluklarına rağmen pekâlâ mümkün olabilir.