Türkiye’de iktidardaki İslamcılar, Mısır’da ordunun Cumhurbaşkanı Mursi’yi deviren darbesini kendilerine karşı yapılmış gibi hissediyorlar ya da onları dışarıdan gözlemleyenlerin bu yönde bir izlenim edinmeleri için kendilerini aşırı zorluyorlar.
Hangisinin gerçek olduğu fark etmiyor; çünkü neticede söz konusu olan bir hissiyat algısıysa, ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
Başta iktidardaki AKP ve sonra Gülen Hareketi’ne mensup İslamcıların, Mısırlı “Müslüman Kardeşler”inin mağduriyetine ortak olmak istediklerine kuşku yok.
Çünkü “mağduriyet” şu sıra Türkiye’de İslamcıların sığınmaya en çok ihtiyaç duydukları şey...
Erdoğan iktidarının polis şiddetiyle kışkırttığı İstanbul’daki Gezi Parkı toplumsal patlamasına verdikleri ilk reaksiyon, bu hareketin AKP iktidarına karşı düzenlenmiş uluslararası bir komplo olduğu algısını yaratmak suretiyle, hem kendilerini “mağdur” konumuna oturtmak hem de protestoları gayrimeşrulaştırmayı denemek olmuştu.
“Mağduriyet” kuşkusuz, mağdur edildiği varsayılanın büyük vebal ve hatalarını gündeme getirip tartışmak isteyenlere karşı caydırıcı bir etkiye sahip.
Mısır’daki 3 Temmuz darbesinden sonra da Türkiye’deki İslamcılar sosyal medyada aynı etkiyi yaratmayı İhvan için denediler. Mursi’nin sonunda milyonlarca Mısırlıyı sokağa döken hatalarını tartışmanın darbeyi meşrulaştıracağı gibi tuhaf bir gerekçe ileri sürdüler. Örneğin AKP iktidarına yakın Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmalar Vakfı (SETA) adlı düşünce kuruluşunun Siyaset Araştırmalar Direktörü Hatem Ete’nin 4 Temmuz’da attığı bir tweet şöyleydi:
“Mısır’da laik-liberal kışkırtmasıyla asker darbe yaptı. Arkadaşlar Mursi’nin hatalarını yazıyor konuşuyor. Bu yönüyle de Gezi’ye benzemiyor mu?”
Mısır’daki İhvan’ın mağduriyetinden faydalanma çabası Ete’nin aynı gün attığı diğer bir tweete şöyle yansımıştı:
“Türkiye’de teşebbüs edilen (Darbeyi kastediyor) Mısır’da başarıldı. Laik kesimlerin sandığa karşı sokak siyaseti, askeri rejim pahasına İslamcı iktidardan kurtuldu.”
Bütün bunların ötesinde gerçek olan, Türkiye’deki İslamcı iktidarın Mısır’daki darbe nedeniyle büyük bir stratejik kayba uğradığıdır.
Çünkü Mursi ve onun Müslüman Kardeşler iktidarı AKP Türkiye’sinin ekonomik ve siyasi ilişkiler bakımından stratejik ortağıydı.
Mısır’daki İhvan, Türkiye’deki reform geçirmiş “ılımlı İslamcı” iktidarın demokrasi ve seçim süreçleriyle ilgili siyasi tecrübelerini aktararak “yumuşak güç” devşirdiği önemli bir “kardeş güç”tü.
Türkiye’nin İhvan’ın Mısır’ına yansıttığı yumuşak güç bununla kalmıyordu... İki ülke arasında ekim 2012’de imzalanan anlaşma uyarınca Türkiye Mısır’a 3 yılı geri ödemesiz 5 yıl vadeli 1 milyar dolar kredi verdi. Mısır’ın IMF’den 4,8 milyar dolar kredi bulmak için büyük çaba harcadığı bir sırada tevdi edilen bu 1 milyar doların iki ülke için de büyük bir rakam olması, Türkiye’nin Mısır’a atfettiği önemin göstergesiydi.
Sadece bu da değil; Müslüman Kardeşler’in iktidarda olduğu Mısır, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’da kurulmasına öncülük etme iddiasında olduğu “yeni düzen”in en önemli unsuruydu.
Dolayısıyla, Mısır’daki darbenin AKP iktidarında gerçek bir deprem etkisi yarattığını söylemek gerekiyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın darbe üzerine tatilini yarıda keserek hemen İstanbul’a döndü ve 4 Temmuz’da bazı kabine üyeleriyle acil bir toplantı yaparak Mısır’daki darbeyi değerlendirdi.
Toplantıya katılan üst düzey yetkililerin listesi, Türkiye açısından krizin ne kadar büyük boyutlu algılandığını gösterir nitelikte:
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AB Bakanı Egemen Bağış, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan...
Mısır’daki darbenin Başbakan Erdoğan’a verdiği ilk zarar, kendisinin temmuzda planladığı Gazze ziyaretini artık belirsiz bir süre için yapamayacak olması.
Erdoğan, Gezi Parkı protestolarının başladığı tarihten bu yana politikalarında pro-aktif olamıyor, ülkesinin gündemini eskisi gibi belirleyemiyor. Türkiye’nin Başbakanı, ülkesindeki gelişmeleri yönlendirmekten ziyade bunlara tepki veren reaktif bir pozisyonda ve bundan kurtulmak istiyor.
Erdoğan, ülke sathına yayılmış ve doğrudan kendisini hedef alan protestolar nedeniyle sarsılan konumunu düzeltmek için, iç politik tüketime dönük, Hamas yanlısı klasikleşmiş bir Filistin hamlesine başvurmak niyetindeydi.
Başbakan Erdoğan üzerinde gerçekten büyük bir baskı hissediyor olmalıydı ki Mayıs ortasında Beyaz Saray’da Başkan Obama ile görüşmesinde varılmış olan, “Gazze’ye gidilecekse, Ramallah’a da uğranılacak” mutabakatından, ABD’de neden olacağı tepkiyi de göze alarak caymış olmalıydı.
Mısır’daki darbe Erdoğan’ı Gazze’ye gitmekten alıkoyarak, bir bakıma Obama yönetimiyle ilişkilerinin bundan zarar görmesini önlemiş oldu.
Erdoğan Eylül 2011’de çıktığı, Mısır, Libya ve Tunus’u kapsayan Arap Baharı ülkeleri turunda Kahire’den başlayarak her durakta laikliği tavsiye etmişti...
Mısır’da ne onun bu doğru tavsiyelerini dinleyen oldu, ne kendisi bunu daha sonra politik söyleme dönüştürdü ve ne de kendisi laiklik tavsiyesine kendi ülkesinde bağlı kalma gereğini duydu.
Diktatörlük sonrası Arap ülkelerine tavsiye ettiği laiklikten kendisi, kendi ülkesinde sapmasaydı Gezi Parkı ayaklanması olmayacaktı.
Türkiye ve Mısır’daki hadisenin özeti budur: AKP ve İhvan, ülkelerinin büyük çeşitlilik içeren karmaşık toplumlarını kendi İslamcı referanslarıyla yönetememişlerdir.
Çoğulculuk, katılımcılık gibi kendi siyasi kültürlerine yabancı bazı dış referansları istemeden de olsa gözetmeleri gerekiyordu.