AKP hükümetinin 1 Haziran’da İstanbul’daki Gezi Parkı ve çevresinden güvenlik güçlerini çekerek parkı direnişçilere terk ettiği 15 gün boyunca, burada toplanan genç protestocular Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a olan tepkilerini mizah yoluyla da ifade ettiler.
Hatırda kalan protestolardan biri de, üç genç direnişçinin bir araya gelip ellerine, üzerinde “Hey Erdoğan! Bizim gibi üç çocuk ister misin?” yazan bir karton alarak fotoğraf çektirmesi ve bunu daha sonra sosyal medyada paylaşmasıydı.
Gezi direnişi sırasında, Erdoğan’a karşı biriken öfkede kendisinin hemen her fırsatta kadınlara “en az üç çocuk yapmalarını” salık vermesinin pay sahibi olduğunu gösteren bolca işaret vardı.
Başta feministler ve kentli, modern kadınlar, Erdoğan’ın onlara kaç çocuk yapacaklarını söylemesine kızıyorlar ve bunu ataerkil, otoriter bir tavır olarak görüyorlardı.
Başbakan Erdoğan ise “en az üç çocuk” kampanyasına Gezi Parkı direnişini polis güçleriyle dağıttıktan sonra da devam etti.
Erdoğan, 19 Haziran’da Ankara’da, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından düzenlenen “Aile Olmak Projesi”nin tanıtım töreninde neden “en az üç çocuk” istediğini anlatırken, kendi zihin dünyası hakkında da önemli ipuçları verdi:
“Bu ülkede yıllarca doğum kontrolü mekanizmalarını çalıştırdılar. Adeta bizim vatandaşlarımızı, halkımızı kısırlaştırdılar. Bununla ilgili tıbbi müdahalelere varıncaya kadar. Sezaryen denilen olay budur. Bunları yaparken de adeta cinayet işlediler. Adeta aldattılar. ‘Ölüyorsun seni ölümden kurtaracağız’ dediler. Halbuki dert başkaydı. (...) Dert bu milletin nüfusu azalsın ve bu millet milletler yarışından geri kalsındı. Bu oyunu bozuyoruz. Bozmamız lazım, onun için ailelere bu ülkede büyük iş düşüyor. Özellikle annelere, kadınımıza sesleniyorum. Bu oyunu birinci derecede bozacak olan sizsiniz. Burada tavrınızı koymak durumundasınız.”
Başbakan Erdoğan’ın, “geçmişte nüfus kontrolü politikalarıyla milletin kökünü kazımak isteyen iç ve dış düşmanlar” olduğuna inandığı anlaşılıyor ve bu “düşmanlara” tepkisi, “paranoid milliyetçilik” boyutlarına varıyor.
Bu yeni ortaya çıkmış bir durum değil.
Kayıtlarda geriye doğru gidince, mesela 2008’de Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle düzenlenen bir panelde konuşmak için gittiği Anadolu’daki Uşak kentinde de Başbakan Erdoğan’ın kadınlarda “en az üç çocuk” istediğini okuyoruz.
Şunları söylemiş:
“Sizinle bir Başbakan olarak değil, dertli bir kardeşiniz olarak konuşuyorum. Biz genç nüfusumuzu aynen korumalıyız. Bir ekonomide asıl olan insandır. Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyor. Yaptıkları aynen budur. Genç nüfusumuzun azalmaması için en az üç çocuk yapın.”
Erdoğan bir kürtaj ve sezaryen karşıtı.
Bunun uygulamaya, özellikle muhafazakar Anadolu kentlerinde kürtaj ve sezaryenin fiili olarak neredeyse imkansız hale getirilmesi biçiminde yansıdığına dair haber ve iddialar var.
Türk Tabipleri Birliği, 18 Ocak 2013 tarihli açıklamasında, AKP hükümetinin kürtajın sadece devlet hastaneleri ve uzman hekimlerce yapılması yönündeki kararının kürtaja erişimi kısıtlamaya yönelik olduğunu öne sürmüştü.
Bu arada Erdoğan’ın dört çocuk babası olarak, verdiği mesajla uyumlu bir örnek teşkil ettiğini belirtmek gerekiyor.
Erdoğan çocuk sayısı konusunda sadece kendi ülkesinin vatandaşlarına telkin ve tavsiyelerde bulunmuyor.
Başbakan’ın, Türkiye Türklerinin Orta Asyalı kuzenleri Kazaklardan “en az 5 çocuk” istediği de hatırlardadır.
Mayıs 2012’deki Kazakistan ziyareti sırasında gezisini izleyen gazetecilere, dönemin Kazakistan Başbakanı Karim Masimov’la sohbeti sırasında kendisine “Biliyorsun ben Türkiye’de en az 3 çocuk diyorum; sizin burada en az 5 çocuk demeniz lazım” dediğini aktarmıştı.
Erdoğan Kazakistan’dan bahisle şöyle devam etmişti:
“Mali imkanlar yerinde. Şu anda bu nüfusla bu arazi, bu arsa, bu yüzölçümü birbirine uygun düşmüyor. Ama anlaştık. Zaten kendisinin şu anda 3 tane var ama şimdilik kaydıyla... Aile meclisinde konuşuyoruz; rahat konuşuyoruz.”
Erdoğan’ın yıllardır sürdürdüğü “en az 3 çocuk” kampanyası ve buna eşlik eden kürtaj ve sezaryen karşıtlığının birden çok nedeni olabilir.
“En az 3 çocuk”, ülkedeki genç nüfus oranını yüksek tutmak suretiyle işgücünün zamanla pahalanmasına engel olup, bu şekilde sanayinin rekabetçiliğini korumak gibi, iktidarın neo-liberal olmakla suçlanan ekonomi politikalarıyla örtüşen bir yön taşıyabilir.
Başbakan’ın, Ankara’daki tanıtım toplantısında, “Israrla bizi güçlü kılan şeyin genç ve dinamik nüfuslar olduğunu unutmamalıyız. Ekonomideki başarının sırrı insandır, diğer bütün her şey insanın türevidir” demiş olduğunu da not düşelim.
Kürtaj ve sezaryen karşıtlığı, nüfus artışını empoze etmek kadar dinsel muhafazakar değerlerin savunulması ve egemen kılınması gibi İslami bir gündemle ilgili olabilir.
Hatta kimi şüpheciler, iktidar partisinin örtülü bir toplum mühendisliği politikası doğrultusunda “demografi silahı”na müracaat ettiğini de iddia edebilirler.
Mamafih tüm bunlar Türkiye’nin nüfus artış hızının düştüğü ve Türkiye nüfusunun yaşlandığı gerçeğini değiştirmiyor.
Erdoğan 2008’den beri en az 3 çocuk diyor ve hükümeti nüfus artışını özendiren politikalar izliyor. Buna rağmen, mesela 2011’de binde 13,5 olan nüfus artış hızı 2012’de binde 12’ye düşmüş bulunuyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre Türkiye’nin şu an 76 milyon olarak saptanan nüfusu, 2023’te 84 milyona çıktıktan sora 2050’de 93,5 milyonu görecek ve ardından azalmaya başlayacak.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun projeksiyonlarına göre 2012’de nüfusun ortanca yaşı 30,1 iken, 2023’te bu 34’e çıkacak; 2050’de ise ortanca yaş 42,9 olacak.
Yine 1976’da Türkiye’de 4.33 olan doğurgan kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 2012’de 2’ye düşmüş bulunuyor. Nüfus artışını teşvik politikalarından bağımsız projeksiyonlar, 2023’te bu sayının 1,85’e düşeceğini gösteriyor.
Türkiye’de doğurganlığın düşmesinde elbette 70’lerden 2000’lerin başına kadar uygulanan nüfus planlaması politikalarının etkisi var. Ancak Başbakan Erdoğan, neticede kendisinin iktidara taşınmasında rol oynamış kırdan kente göç, kentlileşme ve kentleşme gibi sosyo-ekonomik trendlere karşı savaştığının farkında mı?
2000 yılında Türkiye’de kentte yaşayan nüfus oranı yüzde 64,9’du; bu oran 2012’de 77,2 oldu.
Bütün bu trendlerin kaçınılmaz neticesi neticesi eğitim ve gelir seviyesinin yükselmesi ve daha az çocuk yapma eğilimi oluyor.
Türkiye’nin yaşadığı güçlü sosyo-ekonomik değişime rağmen kadınlardan, hem de aşırı kuşkucu ve milliyetçi bir üslupla “en az 3 çocuk” yapmalarını ısrarla istemeyi sürdüren Erdoğan’ın bu tutumu, yel değirmenleriyle savaşmaktan farksız.