Türkiye’nin Osmanlı sonrası Arap sokaklarına dönüp de rüzgârı tersten yediği ilk vakıa ne Suriye’de silahlı grupları destekleyerek içine sürüklendiği bataklık ne de Lübnan’daki son rehine olayları. Türkiye’nin önceki dönüşleri daha ziyade Batı adınaydı, bu yüzden Truva atı gibi algılandı. Türk hükümetinin İngilizlerin Süveyş hesaplarına alet olması ve Ortadoğu’yu Sovyetlere kaptırmamak için Bağdat Paktı içinde giriştiği macera nedeniyle Mısır’dan yediği zılgıtı bugün kimse hatırlamak istemez. 1951’de Rose el Yusuf dergisinin Türkiye Cumhurbaşkanı’nı ABD’nin ‘tasmalı köpeği’ olarak resmeden karikatürleri modern Türkiye’nin ilk Arap açılımının duvara tosladığının resmiydi. Bu öfkenin nedeni Britanya’nın Süveyş’ten çıkmamak için geliştirdiği Ortadoğu Komutanlığı’nın dörtlü ayağında Türkiye’nin de olmasıydı.
Yine Türkiye’nin 1958’de General Kasım’ın Kral Faysal’a yaptığı darbe sonrası Irak’a askeri müdahale planlarının nasıl ters teptiğini hatırlayan var mı bilmem. 1958’de Lübnan Cumhurbaşkanı Kamil Şamun’un daveti üzerine Türkiye’nin Lübnan’a müdahalesine ise ramak kalmıştı. Neyse ki bölgesel ve uluslararası dengeler buna müsaade etmedi ve Türkiye kendini fena halde uğraştıracak bir arı kovanından uzak kaldı. Gerçi Türkiye’nin Lübnan iç savaşında taraf olan ABD’ye İncirlik Üssü’ne açması özellikle bu ülkenin Müslüman kesimlerini kızdırmaya yetmişti.