LEFKOŞA, Kıbrıs — 1 Temmuz’un erken saatlerinde Kıbrıs’ın bölünmüş başkenti Lefkoşa patlama sesiyle sarsıldı. Panikleyen halkın Kıbrıslı Rumlar ile Türkiye arasında yeni bir savaşın çıktığını düşünmesi işten bile değildi. Zira iki tarafın sondaj kavgası Doğu Akdeniz’deki gerilimi aylardır yükseltiyor, Yunanistan, Mısır, İsrail gibi menfaat sahibi diğer bölgesel ülkeler de gerilimin içine çekiliyorlar.
Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen hafta yaptığı sert uyarıyla gerilimi daha da yükseltti. Bakan, Rum tarafını kastederek şöyle dedi: “Onlar da biliyor ki (Doğu Akdeniz’de) bize karşı bir adım atamazlar. Atmaya cüret ederlerse de cevabını alırlar, geçmişte olduğu gibi.” Çavuşoğlu üstü kapalı olarak Türkiye’nin 1974’teki askeri müdahalesini hatırlatıyordu. Bu müdahaleyle ada ikiye bölündü: Güneyde uluslararası tanınırlığa sahip Kıbrıs Cumhuriyeti, kuzeyde ise bir tek Ankara’nın tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC).
Türkiye, bölgeye ikinci sondaj gemisi Yavuz’u göndererek el yükseltti. Gemi 8 Temmuz’da adanın kuzey ucu Karpaz Yarımadası’na ulaştı. Kıbrıs Türk tarafı, uluslararası hukuka göre buna yetkisiz olsa da Türk devletine ait Türk Petrolleri şirketine söz konusu bölgede arama ruhsatı vermişti.
Türkiye’nin bu hamlesi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öfkeli tepkisine neden oldu. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada Türkiye’nin Yavuz’u bölgeye göndererek “Kıbrıs’ın BM Deniz Hukuku’na dayalı egemenlik haklarına yönelik ihlallerini daha da tırmandırdığı” kaydedildi. Avrupa Birliği Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ise “gerekli önlemler” için seçenekleri değerlendirdiklerini ve “Kıbrıs’la tam bir dayanışma” içinde olacaklarını söyledi. Rusya da kaygılı olduğunu belirterek itidal ve Kıbrıs’ın egemenliğine saygı çağrısı yaptı.
Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında karşılıklı tehditler sürerken, geceleyin meydana gelen patlamanın, Suriye’nin İsrail hava saldırısına karşı ateşlediği Rus S-200 füzesinin yanlış yöne gitmesinden kaynaklandığı öne sürüldü. Kıbrıs Şam ve Beyrut’a yaklaşık 20 dakikalık bir uçuş mesafesinde bulunuyor. Seyir esnasında patlayan füzenin parçaları Lefkoşa’nın Türk tarafının yaklaşık 15 kilometre dışına düştü. Mucize eseri kimse zarar görmedi ama olay Kıbrıslılar için sert bir hatırlatma oldu: Taraflar geri adım atmaz ve BM aracılığındaki barış müzakerelerine dönmezlerse adadaki donmuş ihtilaf uzun yıllar sonra “çözülüp” ciddi ve öngörülmez bir yangına dönüşebilir. Ancak hâlihazırda iki tarafta da bu yönde bir irade olmadığı anlaşılıyor. Adanın yeniden birleşmesine dönük BM himayesindeki son görüşmeler İsviçre’de yapılmış ve 2017 yılında çökerek sona ermişti.
Doğu Akdeniz, varlığı kanıtlanan – ve de abartılan – petrol ve doğal gaz rezervleri üzerindeki çakışan hak iddiaları nedeniyle adeta bir barut fıçısına döndü. Çekişmenin bir tarafında Türkiye ve onun himayesindeki Kıbrıslı Türkler, diğer tarafında ise AB üyeleri Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan var. Türkiye askeri gemilerin ve tehditkâr söylemin eşlik ettiği sondaj gemileriyle bölgede boy gösterirken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin arama ruhsatı verdiği Amerikan ExxonMobil ve Noble Energy, Fransız Total ve İtalyan Eni gibi şirketler arada kalmış durumda. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin donanması yok ve Türkiye gibi NATO üyesi değil.
Üretim tahminleri ve deniz hukukunun karmaşık labirentini kestirme geçersek, kavganın özü siyasi. Ankara’ya göre Rum tarafı, adadaki Türk komşularıyla gelir paylaşımı anlaşması yapmadan Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından faydalanamaz. Dahası Türkiye, ihtilaflı suların bir kısmının kendi kıta sahanlığında olduğunu ve buralarda bizzat hak sahibi olduğunu iddia ediyor. Rum tarafı ise doğal gaz konusunun ancak genel barış müzakereleri kapsamında ele alınabileceğini, müzakerelerin de Türkiye gemilerini geri çekmedikçe başlayamayacağını söylüyor. Kıbrıslı Türklerin haklarına gelince, Rum tarafı endişeye yer olmadığını, hidrokarbon satışlarından Kıbrıslı Türklerin payına düşen gelirin ulusal bir yatırım fonunda korunacağını öne sürüyor. Mayıs ayında parlamentonun onayından geçen fonun, gelirleri “tüm Kıbrıs halkının yararına” yöneteceği söyleniyor.
Ancak liberal Rum yorumcu Lefteris Adilinis’in de Al-Monitor’a belirttiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti ister kabul etsin ister etmesin “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki müdahalesi neticesinde enerji konuları artık masadadır, müstakbel müzakerelerde de masada olacaktır.”
Kapıdaki “barbarlar”
Lefkoşa’nın Rum tarafında Sapienta Economics isimli risk danışmanlık şirketinin yöneticisi Fiona Mullen “Rumların Türkiye’den ne kadar korktuklarını Türkiye’nin anladığını sanmıyorum” diyor. Türkiye, Rumların tüm korkularını yansıttıkları bir tuval gibi. Bu duygular, Türkiye’nin adaya müdahalesine tanıklık etmiş Rumlarda somut şekilde hissediliyor. Türk ordusu, tahminen 30 bin kişilik bir güçle kuzeydeki varlığını sürdürüyor. Lefkoşa’nın tarihi merkezinde küçük bir kitabevi işleten Sorbonne mezunu Savvas Kokkinos bu Rumlardan biri. “Barbarlara” gönderme yapan kasvetli şiirleri bulunan Kokkinos, Al-Monitor’la sohbetinde “Türkiye gazın tamamını istiyor, yani adanın tamamını almak istiyor. Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırmak istiyor” diyor.
Kimliklerinin açıklanmaması kaydıyla Al-Monitor’a konuşan Batılı diplomatlar ise korkuların abartıldığı, Türkiye’yle Kıbrıslı Rumlar arasında savaşın uzak bir ihtimal olduğu görüşündeler.
Ancak gözlemciler, bölünmeden bu yana tampon bölgede sadece dokuz can kaybının olmasının da etkisiyle böyle bir rahatlığın oluştuğunu, buna kapılmamak gerektiğini söylüyorlar. Türkiye’nin güç gösterileri Kıbrıs’la sınırlı değil ve daha geniş bir çerçevede okunmalı: Türkiye, komşuları ve Batı’yla ilişkilerini, kendisine hak gördüğü nüfuzu yansıtacak şekilde yeniden düzenlemeye çalışıyor. Doğu Akdeniz’i yakından izleyen Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü uzmanlarından Zenonas Tziarras Ankara’nın mantığını yorumlarken “Enerji mimarisinde pay sahibi değilsen büyük güç olamazsın. Denizlerde de varlık göstermen gerekir” diyor.
Enstitünün Kıbrıs Direktörü Harry Tzmitras’a göre “Türkiye’nin Kıbrıs veya Yunanistan karşıtı olarak algılanan eylemleri, aslında başka hasımlara ya da eşanlı olarak diğer hasımlara da açık bir mesaj olabilir.” Türkiye, İsrail ve Mısır’la da kanlı bıçaklı. Kıbrıs Cumhuriyeti’yle enerji anlaşmaları imzalayan İsrail ve Mısır’ın gündeminde, Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya gaz taşıyacak bir boru hattının yapımı var.
Mullen’e göre asıl kavga Meis adası civarlarında Türkiye ile Yunanistan arasında patlak verebilir. Deniz sınırları konusunda NATO müttefiklerinin itirazlarıyla karşı karşıya olan Türkiye’nin, kendi kıyısına yakın bir Yunan adası olan Meis civarlarında sondaj planları olduğu söyleniyor. Türk F-16 uçaklarının Yunanistan hava sahasını sıklıkla ihlal etmesi bu korkuları körüklüyor. Mullen’a göre “Ya bir çatışma çıkacak ya da büyük bir pazarlık olacak. Ama bunun sonucunda Kıbrıs’ın birleşmesinden çok, katı bir bölünmenin olması muhtemel.” Böyle bir durumda Kıbrıslı Türkler AB’nin dışında ve Ankara’nın sıkı kontrolü altında kalır.
Kolayca alev alabilecek bu ortam yetmezmiş gibi Türkiye, Doğu Akdeniz’in bir başka enerji devi olan Libya’daki çatışmaya giderek dahil oluyor. Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa tarafından desteklenen savaş ağası General Halife Hefter’e karşı Müslüman Kardeşler’le arası iyi olan BM destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne silah sağlıyor. Hefter Türk uçaklarını vurma, kontrol ettiği bölgelere giren Türk vatandaşlarını tutuklama tehditleri savururken, Ankara’dan da benzer sertlikte açıklamalar geliyor.
Bunun yanında bir de Türkiye’nin ne yapacağı pek belli olmayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var. İktidarının ilk yıllarında Kıbrıs sorununun çözümü için en çok çabalamış Türk lider olarak anılan Erdoğan, nüfuzlu generalleri sindirmiş ve adayı birleştirmeyi amaçlayan ancak başarısız olan Annan Planı’na destek vermişti.
Başka etmenlerin yanı sıra tekrarlanan İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinde aldığı ağır yenilgi, Erdoğan’ın öfkesini Doğu Akdeniz’e yöneltebilir. En azından Kıbrıslı Rum yetkililerin endişesi bu yönde.
Hükümete yakın kaynaklara göre Ankara’nın yaklaşımı, Batı karşıtı ve aşırı milliyetçi görüşlerini Doğu Akdeniz konulu “Mavi Vatan” kitabına yansıtan emekli Amiral Cem Gürdeniz’in etkisinde. Washington’da Erdoğan yanlısı bir kuruluş olan Turkish Heritage Organization’ın mayıstaki etkinliğine katılanlar bu görüşleri dinleme imkânı buldular.
Erdoğan bundan aylar önce Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın İstanbul’daki bir merkezinde düzenlenen törende düşüncelerini şöyle özetlemişti: “Doğu Akdeniz'deki doğal kaynakların ülkemiz ve KKTC dışlanarak adeta gasp edilmesine yönelik girişimleri kesinlikle kabul etmeyeceğiz. Suriye'deki teröristlere nasıl günlerini gösterdiysek denizlerdeki haydutlara da meydanı bırakmayacağız.” Erdoğan bu sözleriyle, kuzey Suriye’de bulunan Kürt ağırlıklı Afrin’deki ABD destekli Kürt milislerine karşı Türk ordusu tarafından düzenlenen çıkarmaya gönderme yapıyordu. Afrin hâlen Türkiye’nin kontrolünde.
Türk ordusuna ait insansız hava araçlarının sondaj gemileri üzerinde gece gündüz devriye gezdikleri söyleniyor. Türkiye’nin ayrıca Kuzey Kıbrıs’ın Güzelyurt ve İskele kasabalarında iki büyük deniz üssü kurmakta olduğu bildiriliyor. Rum tarafı ise Fransız gemilerine Mari üssünü kullanma hakkı verdi. Rus savaş gemileri de zaman zaman Limasol’a demirliyor. Enerji danışmanı Mehmet Öğütçü’nün deyimiyle Doğu Akdeniz “fazlasıyla kalabalık.”
Kıbrıs Cumhuriyeti geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye ait Fatih sondaj gemisinde bulunan 25 personel hakkında tutuklama kararı çıkardı. İstanbul’u Bizanslılardan alan Osmanlı padişahının ismini taşıyan gemi, şu anda Rum tarafının turizm merkezlerinden biri olan Baf’ın 68 kilometre açıklarında demirli. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades bu durumu Türkiye tarafından “ikinci bir işgal” olarak niteledi. Peki, Rum makamlar tutuklama kararlarını uygulamaya kalkarsa ne olur? Gürdeniz’in önerdiği altı maddelik planda Lefkoşa’yı ikiye ayıran Yeşil Hat’taki geçiş noktalarının kapatılması ve uluslararası petrol devlerinin arama yaptığı alanlarda sondaj çalışmalarına başlanması öngörülüyor.
Kokkinos kendi öngörüsünü “İşler patlama noktasına varacak” diye ifade ediyor.
Bu kadar gürültü patırtı boşuna mı?
AB’nin Türkiye’nin faaliyetlerine “hukuksuz” demesi ve sondaj çalışmalarının sürmesi halinde yaptırım tehdidinde bulunması, Ankara üzerinde caydırıcı bir etki yapmışa benzemiyor. AB’nin olası yaptırımları, Türkiye’yle işbirliği yaptığı düşünülen şahıs ve şirketlerin cezalandırılmasını, sondaj gemilerinde bulunan personel ve yetkililerin “istenmeyen kişi” ilan edilmesini içerebilir.
Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti AB’nin misillemede bulunması için bastırsa da yaygın kanı o ki bıçak kemiğe dayandığında AB muhtemelen yaptırım adımını göze alamayacak. AB hükümetlerinin endişesi, yaptırımların Türkiye’yle sağlanan mülteci anlaşmasını bozacağı yönünde. Anlaşma kapsamında Türkiye, AB’den aldığı milyarlarca Avro yardım karşılığında ülkesinde bulunan 4 milyon civarındaki mülteciyi barındırmaya devam ederek Avrupa’dan uzak tutuyor. AB Dış Faaliyetler Komitesi’nden bir yetkili Al-Monitor’la sohbetinde “Elimizdeki enstrümanlar sınırlı” ifadesini kullandı.
AB, Kıbrıslı Rum ve Türk tarafları arasında güven artırıcı bir adım olarak enerji konularının görüşüleceği bir komite kurulmasını istiyor. Komitenin BM himayesindeki müzakerelerin yeniden başlamasını kolaylaştırması umuluyor. Ne var ki bu öneri Rum tarafında bugüne kadar kabul görmüş değil. Dahası Rumlar, AB Türkiye’ye karşı tavrını sertleştirmezse Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’nın AB üyeliklerini veto etmekten söz ediyor.
Geçtiğimiz mayısta komünist eğilimli Rum ana muhalefet partisi Akel’in adayı olarak Avrupa Parlamentosu’na seçilen ilk Kıbrıslı Türk unvanını alan Niyazi Kızılyürek’e göre güneydeki mevcut hükümet gazdan gelecek zenginliği koz olarak kullanarak Kıbrıslı Türklerle daha avantajlı bir anlaşma sağlayabileceğini düşünüyor. Al-Monitor’a konuşan Kızılyürek “Anastasiades Kıbrıslı Türklerle güç paylaşımından yana değil” diyor. Türkiye de adadaki askerlerini çekmekten yana değil. Oysa Rum tarafı kalıcı barış için bunun elzem olduğunu söylüyor.
İronik bir şekilde, Kıbrıs’ın gaz rezervleri bu kavgaya değmeyebilir. Adanın rezerv miktarına öteden beri kuşkuyla yaklaşan enerji uzmanı Charles Ellinas, Al-Monitor’a yaptığı açıklamada “küresel enerji pazarının kararlı şekilde temiz enerjiye doğru ilerlediğini” ve “enerji talebinin Avrupa’da değil Asya’da arttığını” vurgulayarak, Doğu Akdeniz’deki gazın “herhangi bir kârlılığı varsa” bunun “düşük” olduğunu söyledi.
Ellinas’a göre “Türkiye’nin müdahalesi işi daha da zorlaştırıyor. Dolayısıyla gazın olduğu yerde kalma ihtimali artıyor. Sonuçta kimsenin hiçbir kazanım sağlayamaması söz konusu.”
Kızılyürek ise “(BM himayesindeki) müzakereler derin dondurucuda kaldığı sürece Doğu Akdeniz’deki gerilimin kontrolden çıkma riski artacak” uyarısında bulundu. Kızılyürek’e göre yeni müzakereler, Türkiye’nin sondaj çalışmalarının sona ereceği ve Anastasiades ile Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı’nın New York’ta BM Genel Kurulu’na katılacağı eylül ayında başlayabilir. Tabii, Türkiye de buna rıza gösterirse.
ABD belki arabulucu olarak düşünülebilirdi ancak o da Türkiye’yle ayrı bir krizin içinde. Çok sayıda anlaşmazlığın yanı sıra Türkiye Rusya’dan S-400 füzelerini almaktan vazgeçmiyor. İlk sevkiyatın bu hafta yapılması beklenirken, ABD’den yaptırım tehditlerinin yanı sıra Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkileri güçlendirmeye dönük hamleler geliyor. Bunlardan biri Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun gevşetilmesini öngören yasa tasarısı.
Ankara’da tek başına
Avusturya Avrupa ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü’nde kıdemli araştırmacı olan Micha’el Tanchum bir negatif takviye döngüsüne işaret ediyor: ABD’nin yanı sıra NATO müttefikleri tarafından da kısıtlandığını düşünen ve buna yanıt verme ihtiyacı duyan Türkiye, gerilimi tırmandıran bir tepki ve karşı tepki silsilesini tetikliyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 20 Mart’ta Tel Aviv’de Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı anlaşmasının imza törenine katılması, Ankara’nın dışlanmışlık hissini pekiştirdi. Ocak ayında ise Mısır’ın ev sahipliğinde toplanan bölgesel enerji bakanları Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu kurmuş, Türkiye ve Lübnan bu toplantıya davet edilmemişti.
Bir diğer görüşe göre Türkiye mevcut sıkıntılarını büyük ölçüde kendisi yarattı. Washington’a karşı pazarlık unsuru olarak ABD vatandaşlarını tutukladı, şimdi de Rusya’yla savunma ilişkilerini derinleştirmekten bahsediyor.
Her hâlükârda Tanchum şu uyarıda bulunuyor: “İşler çirkinleşebilir. İnsanlar karşı tarafın hesaplarını anlamıyor. Adeta sağırların birbirine konuşması gibi… ABD Yunanistan’daki varlığını artırmaya başlarsa bu, Türkiye’nin hesaplarını değiştirir.”
Alman Marshall Fonu’nda kıdemli misafir araştırmacı olan Nicholas Danforth da aynı fikirde. Danforth’un Al-Monitor’a değerlendirmesi şöyle: “Bugüne kadar ortaklık ettiği Batılı ülkelerin bir dizi provokasyonda bulunduğu algısına sahip olan Türkiye, tepki olarak artık rutin bir şekilde sert karşı tedbir tehditlerinde bulunuyor. Batılı politika yapıcılarını zorlayan şey, Türkiye’nin ne zaman hamaset yaptığını, Afrin, S-400’ler ve şimdi de Doğu Akdeniz’de olduğu gibi ne zaman ciddi olduğunu tespit etmek.”
Kıbrıslı Rum yetkililerin ağırlıklı kaygısı, Türkiye’ye yaptırım uygulamaktan yana olmadığını açıkça belli eden ABD Başkanı Donald Trump’ın, S-400’ler konusunda Ankara’nın paçayı kurtaracağı bir formül bulması ve onun Doğu Akdeniz’deki agresif tavırlarını iyice cesaretlendirmesi. Lefkoşa’da dillendirilen bir komplo teorisine göre Erdoğan, Kıbrıslı kardeşlerini yolunu şaşıran füzelerden koruma bahanesiyle S-400’leri Kuzey Kıbrıs’a kaydıracak ve böylece Trump’ın işini kolaylaştıracak.
Paradoksal bir şekilde, Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilileri gerilimi düşürmenin en etkili yolu olarak Türkiye’nin AB’yle üyelik müzakerelerinin canlandırılmasını görüyor. AB bu yoldan havuç ve sopa kombinasyonunu kullanarak Türkiye üzerindeki etki gücünü yeniden tesis edebilir.
Lefkoşa’nın tarihi merkezine dönersek, İngiliz zinciri Toni&Guy’ın güzellik salonunda çalışan 26 yaşındaki kuaför Panayotis Zeniu, Al-Monitor muhabirine fön çekerken konuyu kaderci bir yorumla bağlıyor: “Türkiye’yle savaş çıksın istemem ama çıkarsa da elime silah alıp ailemi korurum. Başka ne yapabilirim ki?"