Trump yönetimiyle diyalog şimdilik İran’ın gündeminde değil. İran bunun yerine ekonomisini düzeltmeye ve halkın desteğini almaya odaklanarak “direniş” politikası uyguluyor. Buna paralel olarak da ticaretini artırmak ve ABD yaptırımlarını savuşturmak amacıyla aktif bir diplomasi yürütüyor.
Diplomasi atağı kapsamında Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif son günlerde Rusya, Türkmenistan, Japonya, Hindistan ve Çin’e gitti. Bunların arasında İran petrolünün iki önemli alıcısı olan Hindistan ve Çin, cezai uygulamalara maruz kalmamak için günün sonunda ABD yaptırımlarına uyacaklarını ortaya koydular. Çin ABD’nin baskısına karşı görece sert bir muhalefet sergilemiş olsa da hâlâ İran’ın tam anlamıyla güvenebileceği bir ülke olarak görünmüyor.
Dolayısıyla Tahran’ın umut bağlayabileceği tek seçenek olarak geriye Rusya kalıyor. Nitekim Zarif’in diplomatik turunun ilk durağı Moskova oldu. Zarif bu geziye başlarken İran, resmi adı Ortak Kapsamlı Eylem Planı (OKEP) olan nükleer anlaşmada gönüllü olarak uyduğu bazı taahhütleri artık yerine getirmeyeceğini çünkü Avrupa’nın anlaşma uyarınca İran’a vadettiği ekonomik kazanımları gerçekleştirmediğini açıklamıştı.
Zarif Moskova’da İran ve Rusya’nın uzun yıllardır hiç bu kadar yakın olmadıklarını söyledi. Ayrıca İran’ın tüm OKEP imzacılarını aynı kefeye koymadığını, Rusya’nın desteğini asla unutmayacağını vurgulayarak ev sahiplerini bir kez daha takdir etti.
Bu yaklaşım İran’daki Reformcuların Rusya’ya bakışında ince bir değişikliğe işaret ediyor.
Geleneksel olarak İran’daki tutucu siyasetçiler ve askeri yönetim Rusya’yla yakın ilişkileri stratejik bir politika olarak savunur. Askeri cenahta bu konuda Dini Lider’e uluslararası ilişkiler konusunda danışmanlık yapan Ali Ekber Velayeti, Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamkani, eski Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan gibi isimler dikkat çekiyor.
Ruhani yönetiminde yer alan bazı isimlerin temsil ettiği Reformcu kanat ise Rusya’yla ilişkilerin derinleşmesine gönülsüz yaklaşıyor. Örneğin Rusya, İran’ın petrol üretiminde ABD yaptırımlarından dolayı yaşanan düşüşü telafi etmek için kendi üretimini artırmaya hazır olduğunu söylediğinde Petrol Bakanı Bican Zengene “İran’ın kalıcı hiçbir dost veya düşmanı yoktur” şeklinde iğneleyici bir açıklama yapmıştı.
Bu açıdan Zarif’in sözleri, ABD baskısının İran siyasetinde Rusya’yla yakınlaşma konusunda konsensüsü artırdığına işaret ediyor. Ancak İran’ın Rusya’ya ne kadar güvendiği veya ne kadar güvenebileceği hâlâ yoğun bir tartışma konusu.
Zengene’nin “Rusya kalıcı dost olarak görülemez” savını yakın geçmişte yaşananlarla desteklemek mümkün. Dmitri Medvedev’in devlet başkanı olduğu dönemde Rusya Federasyonu, BM Güvenlik Konseyi’nde İran karşıtı pek çok karara destek verdi. Bunun yanı sıra İran’ın uzun zamandır beklediği S-300 füze savunma sistemlerinin teslimatını ve Buşehr Nükleer Enerji Santrali’nin yapımını geciktirdi.
Ancak Suriye krizi konusundaki Astana sürecine yansıyan mevcut siyasi işbirliği, ikili ticaretin artması, S-300’lerin teslimatı, Suriye’deki ortak askeri faaliyetler ve Buşehr Nükleer Enerji Santrali’nin tamamlanması, Tahran’la Moskova arasında önemli bir işbirliği zemini olduğunu gösteriyor.
ABD’nin ekonomik baskısıyla sıkışan İran gerçekten de Rusya’yla ilişkileri genişletme ve Rusya’dan aldığı desteği artırma ihtiyacı duyuyor. Zarif’in OKEP’i kurtarmak için Moskova ve Çin’e “somut adımlar” çağrısı yapması da bunu yansıtıyor.
Öte yandan, Rusya’nın İran’a destek olmak isteyip istemediği, böyle bir iradesi varsa bunu nasıl yapabileceği büyük ölçüde İran’ın taleplerinin gerçekçi değerlendirmesine ve Rusya’nın kapasitesine bağlı. Bir diğer faktör de Rus dış politikasının istikameti. İran'ın şu andaki en ivedi talebi, petrol ihracatını etkileyen yaptırımları baypas etmeye ve petrol gelirini kullanabilmeye yönelik. Önde gelen bir petrol üreticisi olarak Rusya’nın bu konuda verebileceği fazla bir şey yok. İran’la Rusya arasındaki “petrol karşılığı ticaret” anlaşmasının uygulanmaması bunun açık bir göstergesi.
Rusya İran’ın barışçıl nükleer programına ve bununla ilgili altyapıya teknik destek sunuyor olsa da ikili ticaret hâlâ düşük bir seviyede ve kısa vadede artacak gibi durmuyor. İkili ticaret hacmi 2018 yılında sadece 1.7 milyar dolar değerindeydi ve bunun yüzde 75’i Rusya’nın İran’a ihracatından oluştu. Dolayısıyla İran ithalatını değil ihracatını artırmaya muhtaç. Dahası, Lukoil dahil Rus şirketlerinin İran’dan çıkması, Amerikan baskısının Rus kuruluşlarına ne denli tesir ettiğini gösteriyor.
Askeri alana gelince, Rusya olası bir İran-ABD çatışmasına hiçbir şekilde dâhil olmak istemiyor. Moskova askeri ilişkileri geliştirmeye ve Tahran’a silah satmaya istekli olduğunu ifade etse de aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararına riayet vurgusu yapıyor. İran’a yönelik silah transferlerinin gözden geçirildiği kararda İran’a uygulanan BM silah ambargosunun ancak 2020 sonbaharında kaldırılması öngörülüyor.
Tüm bunlara rağmen İran’ın siyasi destek bağlamında Rusya’dan bekleyebileceği pek çok şey var. ABD’nin, BM Güvenlik Konseyi’ne İran karşıtı bir karar getirmesi halinde Rusya’nın buna muhalefet etmesi beklenebilir. Tahran'ın genel ABD karşıtlığının ortak jeopolitik ve güvenlik çıkarlarıyla birleşmesi, Rusya’yı İran’ı desteklemeye sevk edebilir. Rusya İran’ın Orta Doğu ve Avrasya’da kilit bir oyuncu olmasını da göz ardı edemez. İran’da ABD’nin işine gelecek herhangi bir istikrarsızlık veya esaslı bir siyasi değişim, Orta Doğu ve Avrasya’da Rusya’nın menfaatlerini zedeleyebilir. Tüm bunları gören Rusya, ABD’nin İran’a yönelik “azami baskı” politikasının nihai amacının rejim değişikliği olduğunu söylüyor ve buna şiddetle karşı çıkıyor.
Ancak Zarif’in de belirttiği gibi destek beyanları tek başına OKEP’i kurtaramaz. Rusya’nın olayların gidişatını değiştirme kapasitesi ise oldukça sınırlı görünüyor. Nitekim Devlet Başkanı Vladimir Putin geçtiğimiz günlerde İran’ın nükleer programı konusunda Moskova’nın bugüne kadar zaten yapıcı rolünü ortaya koyduğunu ve “her şeyi kurtaran bir itfaiye” olamayacağını belirtti. Bu sözler, Moskova’nın Washington-Tahran geriliminin içine çekilmek istemediğini de vurguluyor. Putin'in İran’a “ne olursa olsun” nükleer anlaşmada kalma tavsiyesi de pek yardımcı olmuşa benzemiyor. Nitekim Zarif OKEP’in çok taraflı bir anlaşma olduğunu, imzacıların tümünün anlaşmayı koruması gerektiğini vurgulayarak İran’ın pozisyonunu net bir şekilde ortaya koydu.
Tahran yönetimi Rusya’nın gücünün sınırlı olduğunu ve Moskova’nın herhangi bir ABD-İran çatışmasına dahil olmak istemediğini, aksine Washington’la olan gergin ilişkilerini düzeltmek istediğini görüyor. Dolayısıyla tüm yumurtaları Rusya’nın sepetine koymak İran için en mantıklı tercih gibi görünmüyor.
İranlılar aslında şunun da farkında: Moskova, Tahran-Washington hattında kontrollü bir gerilimden yana olabilir. Zira bu, ABD’nin odak noktasını Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan İran ve Orta Doğu’ya kaydırır. ABD’nin baskısı İran’ı iyice Rusya’ya doğru ittiği için de Moskova’nın çıkarlarına hizmet ediyor. Bu sayede Moskova Tahran’ın ortağı olarak önemini artırıyor ve İran’a etkili baskı uygulanmasında Washington’ın bel bağlayabileceği bir ülke konumuna geliyor. Bunun yanı sıra ABD-İran geriliminden dolayı petrol fiyatlarının yükselmesi ve İran’ın Avrupa enerji pazarındaki etkinliğinin zayıflaması da Rusya’ya kazanımlar sağlayabilir.
Tüm bunlar dikkate alındığında, Zarif’in Moskova ziyaretinden sonra Rusya’nın OKEP’i korumak ve Trump yönetiminin “yanlış politikalarını” dengelemek için tüm ağırlığını İran’dan yana koyacağı şeklinde yorum yapması, sahadaki acı gerçeklerle pek uyumlu görünmüyor.