Orta Doğu uzmanı İran kökenli Amerikalı araştırmacı Veli Nasır, 2006’da yayımladığı “Şii Dirilişi: İslam İçi Çatışmalar Geleceği Nasıl Şekillendirecek?” isimli kitabında Şiiliğin yükselişiyle başlayan mücadelenin Orta Doğu’yu yeniden şekillendireceği sonucuna varmıştı. Son yıllarda yaşanan gelişmeler bu öngörüyü destekler nitelikte.
Bugün Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de güçlü bir Şii varlığı söz konusu. Kuvvetli bir şekilde İran eksenine bağlı olan bu güçler dayanışma içinde hareket ediyor. Bu yeni durum tesadüfen veya bir gecede ortaya çıkmadı. İran’ın yıllardır yürüttüğü çalışmaların sonucunda oluştu.
Bölgedeki mezhepsel çekişme 1979 İran Devrimi ile başladı. Devrimin ardından Suudi Arabistan ve İran, İslamcı ideolojiler ve Kuran’daki cihat hükmünden hareketle Orta Doğu’da farklı hükümetlere başkaldıran grupları bulmak ve kendi tarafına çekmek için rekabete girişti.
Bu grupların arasında Sünniler adına El Kaide, Şiiler adına da Hizbullah ve Husi hareketi var. Suudi Arabistan, Afgan Araplar veya Arap mücahitler gibi Sovyet işgali sırasında Afganistan’da faal olan cihatçı gruplara yatırım yaparken İran Lübnan’daki Hizbullah, Bahreyn’deki Hizbullah El Hicaz ve Irak’taki Bedir Tugayı gibi Arap ülkelerinde faal olan muhalif Şii güçlere yatırım yaptı.
Suudi Arabistan’ın yatırımı başarısız oldu ve kendi aleyhine döndü. Bu yatırımın ürünü olan El Kaide ve İslam Devleti (İD) gibi Selefi örgütler bugün baş düşman olarak Suudi Arabistan’ı görüyor. İran’ın yatırımı ise oldukça başarılı oldu ve zaman içinde Şiilerin azınlıkta olduğu Suriye ve Yemen gibi bölgelere yayıldı. Şiiler bugün Yemen nüfusunun %30’unu oluşturuyor ama İran’a yakın Husi hareketi ülkenin en etkili grubu. Suriye’ye gelince İran, Şiilere yakın Alevi azınlığın hâkim olduğu Beşar Esad rejimini bugüne dek korumayı başarmış durumda.
2003 yılı Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesinde belirleyici oldu. İran ekonomik, siyasi ve dini anlamda Irak’a kapılarını sonuna kadar açtı, tüm Arap ülkelerinden önce Irak’taki elçiliğini faaliyete geçirdi – ki bazı Arap ülkeleri Irak’taki elçiliklerini hâlen açmış değil – ve Irak’la birçok alanda anlaşmalar yaptı. Suudi Arabistan ise değişimi kabullenmek istemedi ve Irak’taki yeni Şii gerçeğine kuşku ve güvensizlikle yaklaştı.
İD tehdidi ortaya çıktığında da İran Irak’a yardım etmeye hemen gönüllü oldu ve tüm kesimlere destek verdi. Buna Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), merkezi hükümet ve hükümetin yanında İD’le savaşan Sünni gruplar da dâhildi. Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgenin büyük Sünni güçlerinin burada önemli varlık göstermediği düşünülürse İran’ın İD sonrası dönemde de Irak’taki nüfuzunu güçlendireceği su götürmez.
Suriye’de ise Arap-İran karşıtlığı Selefi muhalefet ile Suriye hükümetinin çekişmesi olarak tezahür etti. Selefi muhalefete destek projesinin hezimete uğradığı, Suriye hükümetine destek projesinin ise büyük bir başarıya dönüştüğü zaman içinde ortaya çıktı. Suriye savaşı patlak verdiğinde herkes Esad rejiminin Libya, Mısır ve diğer Arap Baharı ülkelerindeki rejimler gibi devrilmesini bekliyordu. Oysa Esad hâlâ görevinin başında. Esad yönetimi, Arap Baharı’nın ardından ayakta kalabilen tek hükümet. Dahası Esad üzerindeki uluslararası baskı da önemli ölçüde azalmış durumda. Öyle ki ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin de açıkça kabul ettiği gibi Batılı liderler bugün Esad’la müzakereye yeşil ışık yakmaktan bahsediyor.
Yemen’e gelince oradaki durum da özellikle Irak’ta yaşananlara benziyor. Suudi Arabistan, yeni gerçeklere kafa tutup bunları kabullenmeme hatasını tekrar ederken İran değişime açık davrandı ve Yemen’de giderek yükselen Şii gücüne sınırsız destek verdi. 7 Mart 2014’te Şii Husileri terör listesine dâhil eden Suudi Arabistan Husileri muhatap almayı, onlarla görüşmeyi reddediyor. Oysa Suudi Arabistan’la Husilerin menfaati Yemen’de El Kaide ve Müslüman Kardeşler karşıtı mücadelede birleşiyor.
Öte yandan İran Havayolları 1 Mart’ta 25 yıllık aranın ardından Tahran’la Sana arasında direkt uçuşlara başladı. İran ayrıca bir Husi heyetini ağırladı. Görüşmeler neticesinde 13 Mart’ta imzalanan ikili anlaşmalar uyarınca İran, Yemen’e petrol satışını kolaylaştıracak, Yemen’de elektrik santrallerinin yapımına ve ülkenin batısında bulunan bazı stratejik limanların modernize edilmesine destek olacak.
Görünen o ki Şii İran ile Sünni projesinin liderleri arasındaki güç dengesi açıkça İran lehine değişmiş durumda. Ancak bu, rekabetin daha da kızışmasını, bölgenin daha fazla yıkıma uğramasını gerektirmiyor. Aksine bu yeni gerçekliğin kabulü temelinde çözüme dönük müzakereler başlamalı, Sünni ve Şii güçler arasında bölgeyi istikrara kavuşturacak ortak bir eylem mekanizması oluşturulmalı.
Sünni kampın bazı mensupları bu mesajı almış görünüyor ve İran’a yaklaşımlarını değiştiriyor. Örneğin Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cude 7 Mart’ta İran’a örneği görülmemiş bir ziyaret gerçekleştirdi ve kapsamlı bir Arap-İran diyaloğunun başlamasını önerdi. Ayrıca medyada çıkan bazı haberlere göre bu ziyaretten birkaç gün önce de İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani Amman’a gitti ve Ürdün’e komşu ülkelerde İD’in faaliyetleri konusunda görüşmeler yaptı.
Ürdün Kralı’nın 2004’te “Şii Hilali” tabirini kullanarak Şii yükselişine karşı uyarıda bulunduğunu anımsarsak bu adımlar daha da büyük önem kazanıyor. Kral ayrıca İran’ı Irak’ın iç işlerine karışmakla ve bölgesel güç dengelerini bozmakla suçlamıştı.
İslam Cumhuriyeti tarihinde ilk defa İran’la görüşmeye başlayan ABD’nin İran’la bu yakınlaşması da yeni durumu etkiliyor. Zira ABD’nin Ürdün gibi bölgesel müttefikleri, Washington’un bu yaklaşımına bakarak İran’ı artık daha fazla hesaba katıyor ve İran’ı tecrit etme politikalarını gözden geçiriyor.
Irak özelinde ise İD sonrası dönemde Sünni bölgelerin geleceği konuşuluyor. Iraklı güçlerin mart başında Selahaddin vilayetinde başlattığı taarruzda kazandığı zaferlerin ardından İD’in Irak’tan temelli çıkarılması ihtimali de artık daha ciddiye alınıyor. Irak Başbakanı Haydar El Abadi, 16 Şubat’ta Musul’u kurtarma harekâtının da önümüzdeki aylarda, 2015 yılı içinde başlayacağını duyurdu. Abadi’nin açıklamasının ardından Irak’ın içindeki ve dışındaki Sünni çevreler, yerel Sünni güçlerin bu bölgenin kontrolünü devralmaya henüz hazır olmadığı konusunda kaygılarını ifade etti. KBY de Sünni güçler kontrolü üstlenmeye hazır olana dek konunun masada kalmasını istedi.
Kesin olan bir şey varsa o da şu ki Şii savaşçılar, Sünni bir bölgenin kurulmasını ve buranın Şiilere karşı üs olarak kullanılmasını engellemek adına aldıkları toprakları güven duymadıkları Sünni gruplara devretmeyecek.
Hâl böyle olunca Sünni güçlerin önce kendi iç sorunlarını hâlletmesinde yarar var. Sünni güçler ayrıca Bağdat ve Tahran’daki Şiilerle diyaloğa girmeli ve bölgede kalıcı barış ve istikrarı sağlayacak kapsamlı anlaşmalar yapmalı. Aynı şey Suriye ve Yemen’de devam eden çatışmalar için de geçerli.
İran karşıtı Sünnilerin tabiriyle “İranlı düşmanlar” bölgede geniş kapsamlı bir plan çerçevesinde hareket ediyor. Ne var ki düşmanla baş etmenin en akıllı yolu her zaman cephenin genişletilmesi değildir. Aksine bu yol çoğu zaman müzakereden geçiyor ve tarihe geçen büyük mutabakatlarla sonuçlanıyor.