İsrail 29 Nisan’da, El Fetih ile Hamas arasındaki uzlaşı anlaşmasının hemen akabinde Filistin Yönetimi’ne (FY) ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Yaptırımlar, İsrail’in FY adına topladığı vergilerden FY’nin borçlarının kesilmesi suretiyle uygulanıyor. Oslo Anlaşması’nın ardından imzalanan ekonomik düzenlemeler gereğince FY adına vergileri İsrail topluyor. FY, normalde bu kaynağı memur maaşlarını ödemek için kullanıyor. Yani, barış müzakerelerinin çöktüğü ve diplomatik bir çözümün bulunamadığı şu ortamda İsrail’in cezası ağır yansımalara sahip.
Ne var ki bu silahı 1997’den bu yana pek çok kez kullanan İsrail, arzu ettiği hedeflere ulaşamadığı gibi daha da büyük zararlara neden oldu ve bunların sonuçlarına bugün bile hâlâ katlanıyor.
Hamas’ın ocak 2006’da FY seçimlerini kazandığı gün, dönemin Başbakanı Ehud Olmert de seçim sonucu yüzünden FY’yi cezalandırmaya karar vermişti. Olmert’in yönetimi ve yönlendirmesi altında fevri bir şekilde hareket eden İsrail Devleti, FY adına topladığı vergilerin transferini dondurmuştu. Oysa bu transferler, Oslo Anlaşması’nın ek düzenlemeleri olan 1994 Paris Protokolü ve 2012 Ticaret Anlaşması ile güvence altına alınmıştı. Bu gelirlerin büyük bölümü, İsrail üzerinden Filistin bölgelerine yapılan ithalattan alınan vergilerdir ve FY bütçesinin neredeyse üçte birini oluşturur. Yani emniyet personeli dâhil FY memurlarının maaşları bu kaynaktan ödenir.
İsrail yöneticilerinin 2006’da olduğu gibi bugün de ekonomik baskının Filistinlilerin aklını başına getireceği veya onları pişman edeceği varsayımıyla hareket ettiği anlaşılıyor. Bu mantığa göre, yaptırımlar sayesinde Filistinliler doğruyu görüp “doğru yola gelmek” isteyecek. Ancak bu yaklaşımın etkili olmadığı tecrübeyle sabittir. 2006’da aylarca maaş alamayan Filistinli memurların morali bozulmuş, şevkleri kırılmıştı. Filistin depoları boşalmış ve emniyet birimleri neredeyse iş yapamaz hâle gelmişti. Zira rutin görevler için gereken araç, cephane ve üniforma gibi donanımlara bile para kalmamıştı. İsrail tarafından silah ve teçhizat tedariki ise söz konusu bile değildi.
Bunun kasvetli sonuçları da gecikmedi. O dönem İran’dan düzenli gelen çok çeşitli tedariklerin keyfini süren Gazze’deki Hamas, FY güçlerini dengelemek üzere kurduğu kendi “uygulama kuvvetlerini” donatıp kuşattı. Hareketin lojistik personeli, Gazze Şeridi’nin her yerinde görevlendirilirmiş, sokaklarda nöbet tutan silahlı Hamas mensuplarına her öğlen sıcak yemek dağıtıyordu. Filistin Başkanı Mahmud Abbas’a bağlı polisler ise kıt kanaat geçiniyor, BM’nin Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNWRA’nın tesislerine gidip yemek kuponları alıyordu.
Hamas’ın Gazze’de askeri darbe yaptığı 2007 haziranında FY’nin güvenlik personeli o denli çökkündü ki tek bir kurşun bile atmadı. Ellerindeki silahlar eski ve kırık döküktü. Moralleri düşük, Hamas’tan korkuları ise büyüktü. Böylece Gazze kolayca Hamas’ın eline geçti. Filistinlilerin düzeninde yaşanan bu çöküşte İsrail’in payı büyüktü.
Ancak, yukarıda da bahsedildiği gibi hâlâ ders alınmış değil. İsrail’in Abbas’ı, Hamas’la anlaşması nedeniyle “cezalandırma” kararı da berbat bir hamle olabilir, özellikle de şu dönemde.
Batı Şeria, aylardır üst düzey emniyet görevlilerinin “huzursuzluk çıkarma kışkırtması” diye tabir ettiği sorundan mustarip. Bununla, İsrail’e karşı terör saldırıları düzenlemek amacıyla yereldeki örgütlenme girişimleri kastediliyor.
Şin Bet’in 2013 Terörizmde Veri ve Eğilimler raporunda söyle deniyor: “Başta Yahudiye olmak üzere, Yahudiye ve Samarya bölgelerinde terörizmin faaliyet alanı artıyor. (...) Çoğu İsraillinin ölüm sebebi, yerel yapılarca düzenlenen terör saldırılarıdır. Bunların bir kısmı, ‘münferit fail modeline’ uyuyor. Bu eğilim, son aylarda ivme kazanmıştır.”
Şin Bet raporunda da belirtildiği gibi bu örgütlü yapıların çoğu, Batı Şeria’daki mülteci kamplarında, Cenin ve Nablus gibi yoksulluktan mustarip bölgelerde varlık gösteriyor. Ekonomik sıkıntılar arttıkça Filistin bölgelerinde işsizlik de artıyor. Bu yerel örgütler de öfkeli ve çaresiz gençlere alternatif iş ve mücadele fırsatı sunarak yayılma imkânı buluyor.
Filistin Yönetimi’nde yaşanacak ağır bir ekonomik krizin, şiddeti tetikleyecek bir unsur olduğu şüphe götürmez. Uluslararası Para Fonu (IMF) uzmanları da 6 Şubat’ta bu bağlantıya dikkat çekti. İsrail ile FY arasında barış görüşmeleri henüz sürerken yayımlanan IMF raporunda, müzakerelerin başarısız olması hâlinde FY’de ekonomik krizin çıkacağı öngörüldü. Üstelik raporda İsrail yaptırımlarının FY’nin zaten kırılgan ekonomik durumunu daha da kötüleştireceği hesaba katılmamıştı.
Abbas, müzakerelerin çöküp temasların kesilmesinin ardından İsrail basınına verdiği röportajlarda İsrail ile güvenlik alanında verimli bir iş birliği yaptıklarını gururla kabul etti. Dahası, Şin Bet Başkanı Yoram Kohen ile kişisel düzeyde çok iyi ilişkilerin varlığından söz etti. İkinci İntifada sonrasında gelişen bu iş birliği, örgütlü terörist faaliyetlerin önüne geçmiş, İsrail’e yönelik çok sayıda terörist saldırıyı bertaraf etmişti.
Nitekim başta Batı Şeria’daki Önleyici Güvenlik Kuvvetleri olmak üzere Filistin güvenlik teşkilatı, sık sık İsrail’in iş birlikçisi olmakla suçlandı. Bu nedenle, ekonomik yaptırımlarla birlikte İsrail, Filistinlilerin geçim kaynaklarına zarar veren bir yapı olarak görülmeye başlayınca bu iş birliğinin etkin bir şekilde sürmesini beklemek abartılı ve gerçek dışıdır.
Müzakereler çökmüş durumda ve diplomasi ufkunu şu an bir sis perdesi örtüyor. Bu durumun devamı olarak bireysel failler ve örgütlü yerel yapıların İsrail’e terör saldırıları düzenlemek için istek ve motivasyonlarının artması muhtemeldir. Ancak terörle mücadele etmesi beklenen Filistin emniyet güçleri, kendilerini ve ailelerini geçindirme derdine düşerse onlardan ne FY’deki kışkırtıcıları frenlemesi ne de İsrail’e saldırı planlayanları tutuklaması beklenir.
İsrail’in hâlen kullandığı çağ dışı ekonomik yaptırım silahının gerçekten tehlikeli bir silah olduğu çoktandır ortaya çıkmıştır. Bu defa da yine yüzümüze patlaması muhtemeldir.