Küresel krizden çıkışın önemli bir adımı olarak genişlemeci para politikalarını terk edeceğini, faizleri artıracağını 2013 ortalarında duyuran ABD’nin bu ikazına, piyasadaki bol ve ucuz parayı kullanan yükselen ülkelerden uyanlar olduğu kadar uymayanlar da oldu. Türkiye bunlardan biriydi. Değişmekte olan iklimi umursamadan borçlanmayı sürdürdü, aldığı borçları iç pazara, özellikle inşaat sektörüne gömdü. ABD gerçekten de dediğini yapmaya başlayınca global fonlar Türkiye gibi ülkelerden uzaklaşmaya, yer yer çıkmaya başladılar ve bu da yerel paraların hızla değer kaybetmesi, doların yerel paralar karşısında hızla fiyatlanması ile sonuçlandı. Değişen iklime ayak direyen Türkiye’nin biriken sorunları onu daha da kırılgan yaptı. Özellikle dış borç kullanan ve döviz önlemi olmayan büyük firmalar topun ağzına sıralandı.
Türkiye bu artan kırılganlıkla 24 Haziran 2018 seçimlerini de geride bıraktı ama yeni yönetime ne dış ne iç ekonomik aktörler pek güven kredisi açmadı. Tüketici enflasyonu yüzde 16’yı bulan ve yüzde 20’ye doğru seyreden Türkiye ekonomisinde, Türk lirası istikrarlı bir şekilde kan kaybediyor, dolar karşısında eriyor. Bütün bunlara temmuz ayı sonlarında ABD ile yaşanan gerilim eklenince Türkiye’nin risk primi (CDS) rekorlar kırdı, Yunanistan’ın risk primini bile 200 baz puan geride bıraktı.