Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde ısrarla üzerinde durduğu iki konu var: Türkiye “başkanlık sistemi”ne geçmeli ve Merkez Bankası faiz oranlarını düşürmeli. Erdoğan’ın halkın seçilmiş lideri olarak böylesi görüşleri dile getirmesi de elbette doğal, ancak siyaset ve ekonomi bilimlerinin en temel gerçeklerini yeniden tanımlama gayreti biraz aşırı.
Öncelikle ilk konuyla başlayalım: Başkanlık sistemi. Cumhurbaşkanı ve danışmanları bu fikri savunmaya iki yıl kadar önce, yani Erdoğan’ın üç dönem başbakanlık yapmasının ardından siyasi hayatına cumhurbaşkanı olarak devam edeceğinin netleşmesinin ardından başladı. Zira mevcut parlamenter sistemde Cumhurbaşkanlığı tarafsız ve büyük ölçüde sembolik bir makam. Asıl yürütme yetkisi ise başbakanda. Gerçi bu formalite, Erdoğan’ın 10 Ağustos’taki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce de sıkça dile getirdiği “farklı bir Cumhurbaşkanı” olmasına engel olmadı. Ancak Erdoğan yine de tüm devlet (ve bazı açılardan toplum üzerinde) kurduğu fiili hakimiyetini hukuki bir zemine oturtmak istiyor. Bu da, Türkiye’nin 140 yıllık parlamenter geleneğinin yerini, hiç bir kayda değer kontrol-denge mekanizması içermeyen bir “başkanlık sistemi”nin alması demek.