Suriye krizinin en kötücül sonuçlarından biri, Türkiye’de toplum ve siyasetin derinliklerinde gizli mezhebi çatlakları örten tozları kaldırması oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘Nusayri azınlık rejimi’ vurgusuyla şekillendirdiği Suriye siyasetine kadar birçok kişi “Türk dış politikasının AKP iktidarıyla birlikte Sünni hatlar üzerinde şekillenip şekillenmediği” sorusunu sorarken oldukça temkinliydi. Çünkü dış politikanın genel serencamı, mezhebi ayırım gözetmeden tüm kesimlerle eşit mesafede diyalog kurulduğu görüntüsü veriyordu. Ne var ki ilişkilerde eşit tarafsız arabuluculuk ya da kolaylaştırıcılık aşamasından ‘oyun kurucu’ rolüne sıçrama yapılırken durum değişti.
Mesela Türkiye, işgal sonrası dönemde Irak’ta en kolay nüfuz edebileceği Sünni damarlar üzerinden süreçlere etki etmeye çalıştı. Henüz taşlar yerine oturmadığından bu bir yere kadar anlayışla karşılandı. Ama Türkiye, 2010’daki genel seçim sonrası Şiilerin ağırlıkta olduğu ittifak karşısında Sünni bloğun hükümeti kurması için ağırlığını koyunca mezhepsel hassasiyetler kabardı. İçten içe şişen kapsül ABD’nin 31 Aralık 2011’de Irak’tan tamamen çekilmesinin ardından patladı.