Türkiye’de olan biteni anlamlandırmaya çalışan pek çok yabancı gözlemci için en büyük muamma Gülen cemaati olsa gerek. Cemaat kendini eğitim, hayır işleri, dinler arası diyalog gibi masum amaçlara adamış bir “hizmet hareketi” olarak lanse ediyor. Buna karşın devlet ise, bunun tam tersi bir tanımlama yaparak, cemaati “Fethullahçı Terör Örgütü” ya da kısaca “FETÖ” olarak lanetliyor. Yine devlet söylemine göre temmuz 2016’daki darbe girişiminden, Rus Büyükelçi’nin öldürülmesine hatta PKK ve IŞİD’in terör eylemlerine kadar Türkiye’nin son yıllarda karşılaştığı ne kadar melanet varsa hepsinin arkasında mutlaka “FETÖ”nün hain planları, onun da arkasında karanlık “dış güçler” yatıyor.
Ancak belirtmek gerek ki Türkiye’de hem iktidara hem de Gülencilere mesafeli yaklaşan üçüncü bir bakış açısı da var. Bu bakış açısına göre her ikisi de İslamcı olan (yani devlete din adına talip olan) bu iki odak önce devleti laiklerin hakimiyetinden çıkarmak için ittifak kurdu. Sonra da kendi aralarında Makyavelist bir güç mücadelesine giriştiler. Dolayısıyla ne Gülen cemaati kendi iddia ettiği gibi masum bir kurban, ne de hükümetin bu konuda ürettiği ve her alanda kendisini temize çıkarmaya yarayan “küresel komplo” söylemi inandırıcı.