ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail ziyareti ülkeyi üç kampa böldü. İktidar çevrelerinin yer aldığı birinci kamp ziyaretin pürüzsüz geçmesini, İsrail-Filistin meselesinin kurcalanmamasını istiyordu. Bunun için Trump’a bazı “teşvikler” sağlandı: Ürdün’den Allenby Köprüsü üzerinden İsrail’e geçiş yapan Filistinlilere tüm koşullarda geçerli kolaylıklar getirildi ve İsrail’in kontrol ettiği Batı Şeria’nın C Bölgesi’nde geçmişte sebepsiz reddedilmiş olan inşaat başvurularına onay verildi. İsrail solunun kalıntılarını içeren ikinci kampın umudu ise Trump’ın 50 yıllık İsrail işgaline son verecek bölgesel bir barış girişimi başlatmasıydı. İsrail halkının çoğunluğundan oluşan üçüncü kamp ise Barack Obama ve ondan önce görev yapan Ronald Reagan, George H.W. Bush, Bill Clinton ve George W. Bush’un başaramadığı bir işi Trump’ın başaracağına inanmıyordu.
Bu üç grubun ortak noktası, yaygın bir şekilde ihtilafı bitirecek anahtarın Trump’ın cebinde olduğuna inanmaları. Peki, kendi halkı nezdinde bile çoğunluğun güvenine haiz olmayan bir lidere İsrail ve Filistin halklarının güvenmesi gerçekten beklenir mi? Çeşitli soruşturmalara maruz kalan, kendi partisinin önde gelenlerinin bile mesafe koyduğu bir başkanın imzalayacağı anlaşma ne kadar değer taşır? Kariyerlerinin zirvesindeki başkanlar bile İsrail’in yerleşimler yoluyla sürdürdüğü toprak ilhakını durduramadıysa daha yürümeyi bile beceremeyen “topal ördek” konumundaki bir başkan bunu nasıl başarabilir?