Ana içeriğe atla

Erdogan ve Turkiye icin Kazan-Kazanin Tek Yolu

Erdogan ve Turkiye icin Kazan-Kazanin Tek Yolu
Armed policemen observe the area of Gezi Park in Istanbul's Taksim square June 12, 2013. Turkey's president called on Wednesday for dialogue with legitimate demonstrators after riot police cleared the Istanbul square at the centre of almost two weeks of protest against Prime Minister Tayyip Erdogan. REUTERS/Yannis Behrakis (TURKEY - Tags: CIVIL UNREST POLITICS TPX IMAGES OF THE DAY) - RTX10L8J
Oku 

Tayyip Erdoğan, bütün ülkeyi sarsan, Türkiye’nin uluslararası alanda yükselen profiline gölge düşüren ve 10 yılı aşkın iktidarında karşı karşıya kaldığı en büyük krizi ifade eden “Gezi Parkı Direnişi”nin ilk 48 saati içinde yapması gerekeni 16. günde yaptı ve Direnişçilerden 11 kişilik bir heyeti kabul ederek 5 saat görüştü.

Aslında Direniş’in 10. gününde de 12 Haziran Çarşamba günü yaptığını yapabilirdi. Yani, dört günlük Kuzey Afrika gezisinden dönüşünde. İstanbul Atatürk Havaalanı’na 7 Haziran Cuma günü sabaha karşı binlerce kişi toplayıp, “savaş nutku” atacağına, o gün, 11 kişiyi Ankara’da kabul etse, şimdiki durum çok farklı olabilirdi.

Geciken ve yarım yamalak çözümler çözüm olamıyor. Nitekim, Ankara’daki 5 saatlik toplantıdan sonra da, “cok gec, cok az” diye nitelendirilecek bir sonuç çıktı. Toplantıda, Başbakan Erdoğan ve İçişleri, Kültür, Şehircilik bakanlarının yanısıra hazır bulunan iktidardaki Ak Parti’nin ileri gelenlerinden, eski bakan ve şu andaki parti sözcüsü Hüseyin Çelik, “Gezi Parkı”nın kaderinin belirlenmesi için Türkiye’de değil ama İstanbul’da referanduma gidilebileceğini söyledi. Ardından da “Artık Park’ın boşaltılması gerektiğini” bildirdi. Zaten, Başbakan Erdoğan’ın İçişleri Bakanı’na “Bu işi 24 saat içinde bitirin” şeklinde talimat verdiği haberleri yayılmıştı.

 Gezi Parkı direnişçileri ve temsilcilerinin “referandum ihtimali” ile tatmin olacaklarını sanmak gerçekçi değil. Esasen, direnişin başına çeken 80 dolayındaki sivil toplum orgutunden oluşan “Taksim Platformu”, referandumu kabul etmeyeceğini ve Park’tan çekilmeye niyeti olmadığını açıkladı.

Dolayısıyla, Gezi Parkı’nın önündeki Taksim Meydanı, 11 Haziran günü ve gecesi CNN International’ın 4 saatlik canlı yayınına neden olabilecek dramatik bir polis müdahalesi ile temizlenmiş olduğuna göre, “Gezi Parkı Direnişi”nin bir “Türk Tiananmeni”ne dönüşerek sona ermesi ihtimali bulunuyor. Ciddi bir ihtimal olarak. Batılı gözlemcilerin Taksim’den bir “Türk Tahrir’i” çıkartması, bir “Türk Tiananmen’i” olarak nihayet bulabilir.

Ne olursa olsun yani Taksim-Gezi Parkı Direnişi ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, eylemlerin Türkiye’ye ve özellikle Tayyip Erdoğan’a çok pahalıya mal olduğu ve böyle giderse olmaya devam edeceği de su götürmez bir gerçek olarak ortaya çıkıyor.

Bir kere, Gezi Parkı’nda ilk planda çevreci duyarlılıkla başlayan eylemin, akıl almaz kaba, hoyrat ve polis müdahalesiyle ve orantısız ölçüde biber gazıyla bastırılmasıyla, Gezi Parkı sınırlarının dışına çıktığını, başta başkenti Ankara, ülkenin üçüncü büyük şehri Batı’daki İzmir, dördüncü büyük şehri güneydeki Adana’ya ve 70 yakın şehre yayıldığını düşünmek gerekiyor.

Bu kadar yaygınlaşan hareketin ortak paydası, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın artan ölçüdeki ya da en azından toplumun giderek genişleyen bir kesimi tarafından öyle algılanan haliyle “keyfiliği”ne, “kibir”e ve “otoriter tek adam yönetimi”ne tepki.

Tayyip Erdoğan, bu algılamayı değiştirmeye çalışacak ve esnek ve şefkatli bir tavır ortaya koymayı benimseyecek yerde, tam ters yönde bir yaklaşımı benimsedi. Devleti, lideri olduğu iktidar partisini ve Haziran 2011’deki son seçimlerdeki yüzde 50’yi, “dışarıdan yönetilen ve kendi demokratik iktidarını hedef alan bir komplo”yu boşa çıkartmak için “savaş düzeni”ne soktu. Kısacası, toplumu kutuplaştıran bir politika üzerinden iktidarını sağlama almayı ve kendisine yöneldiğini düşündüğü tehdidi daha rüşeym halindeyken bertaraf etmeyi tasarladı.

Türkiye’de  şu dönemde Tayyip Erdoğan’ın yönetimini ciddi anlamda tehdit edebilecek ne bir iktidar alternatifi bir parti var; ne de kendi partisi içinde gelişme eğilimi gösteren karşı bir kanat. Çoklarının onu dizginleyecek bir siyasi fren ya da ona alternatif olması için bel bağladığı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bile o tür beklentilere cevap verecek bir tavır içinde olmadığı görülüyor. Bu durumda, Tayyip Erdoğan’ın “Gezi Parkı Direnişi” diye özetlenen Türkiye’deki sosyal patlamayı, kısa vade içinde kontrol altına alması, söndürmesi ve bir kez daha siyasi mücadeleden zaferle çıkması ihtimali şu anda görülen en yüksek ihtimal.

Ancak, tekrar edelim, bu durum orta ve uzun vadede Tayyip Erdoğan’ın bu işten kayıpla çıkma, kısa vadede ise Türkiye’nin kaybedeceği ihtimalini ortadan kaldırmıyor.

Tayyip Erdoğan ve taraftarları, olan-biten “kökü dışarıda uluslararası bir komplo”ya bağladıkça, bu, Türkiye’nin bilinen ve olumsuz ksenofobik yanını tahkim ediyor. Küresel alanda etkili bir oyuncu olmak isteyen bir ülke için xenophobia’dan daha tehlikeli bir hastalık olamaz.

Zaten Tayyip Erdoğan’a ilişkin dış dünyadaki algılamanın nasıl bir metamorfoza uğramakta olduğunu, çok ünlü iki tarihçi ile T 24’ün yaptığı röportajlarda bulmak mümkün. Türkiye’de son günlerde görsel medyanın itibar kaybetmesine paralel biçimde etkisi artan internet medyasının en göze çarpan organı T 24. Türkiye’nin en kıdemli gazetecilerinden olan ve Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğramış olması nedeniyle işini kaybettiğine inanılan Hasan Cemal’in yazmaya başlamasından itibaren, T 24, ifade özgürlüğünün en itibarlı platformu haline geldi. 2006 Nobel edebiyat ödülü sahibi romancı Orhan Pamuk da, “Gezi Parkı Direnişi” hakkındaki düşüncelerini T 24 aracılığıyla duyurmayı seçti. İşte bu T 24 Oxford Üniversitesi’nin ünlü profesörü Avi Shlaim’a ve Exeter Üniversitesi’nden İlan Pappe’ye “Türkiye’deki Gezi Parkı Direnişi”ni, polis şiddetini, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tavrını ve olayların başta Filistin olmak üzere Arap dünyasındaki muhtemel yansımalarını sordu.

İsrail’de “Revizyonist tarihçiler” adını alan tarih okulunun, Filistin yanlısı en etkili iki tarihçisinden Avi Shlaim’in yukarıdaki sorulara cevabı şu oldu:

“Tayyip Erdoğan 2008-2009 Gazze Savaşı sonrası İsrail’e karşı takındığı net tutum nedeniyle sadece Filistin’de değil, tüm Arap dünyasında, Filistinlilerin özgürlük, demokrasi ve adalet taleplerini dile getirmesiyle büyük popülerlik kazanmıştı. Bugün, kendi ülkesindeki barışçıl gösterileri acımasızca bastırması Erdoğan’ın samimiyeti konusunda büyük şüpheler uyandırmakta ve çifte standart suçlamalarını haklı kılmaktadır. Bu tavrı, Erdoğan’ın adını sadece Arap dünyasında değil, tüm dünyada lekeleyecektir. Polisin saldırıları Türkiye’nin imajını da gölgelemektedir. Arap Baharı Türkiye’ye Ortadoğu’da liderlik rolünü üstlenmesi için bir fırsat yaratmıştı. Türkiye, İslam’ın demokrasi ile uyumsuz olmadığının kanıtı olarak görülüyordu ve bu da Türkiye’nin kendini tüm Arap ülkeleri içcin bir model olarak sunabilmesine zemin hazırlamıştı. Şu an Erdoğan’ın eski otoriter Arap diktatörlerinden hiçbir farkı kalmamıştır. Bunun sonucunun da bölgede ve tüm dünyada kendisi ile ilgili oluşacak hayal kırıklığı olması kaçınılmaz.”

İlan Pappe de benzer bir yorum da bulundu. Her iki ünlü ve etkili tarihçinin görüşleri 10 Haziran tarihli T 24’te yayımlandı. En kötüsü ve haklılığı pek kuşkulu olmakla birlikte CNN International’da Tayyip Erdoğan’ın 11 Haziran gecesi “Avrupanin yeni Hitleri” diye tanıtılması çok kırıcıydı. Aynı gece, Erdoğan’ın kamu diplomasisinden sorumlu başdanışmanı Dr. İbrahim Kalın, kanalın ünlü ismi Christiane Amanpour tarafından “show is over” [sovumuz bitti] denilerek itibar erozyonuna muhatap tutuldu.

Tayyip Erdoğan, şunun şurasında bir ay kadar önce Kürt sorununu çözme yoluna girmiş bir lider olarak, çözdüğü takdirde “Nobel Barış Ödülü” adaylığına ismi geçen bir siyaset adamıydı. Şimdi en ağır sıfatlarla Batı dünyasında tartışılır oldu ve Arap dünyasındaki ağırlığı sarsıldı.

Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, ne bir bölgesel güç ve ne de “Arap Baharı”nı yaşayan ve yaşayacak bölge ülkeleri için bir “örnek ülke” olmaktan da uzaklaşmaya başladı.

Tayyip Erdoğan’ın kendisine ve ülkesine böyle bir durumda yapacağı en büyük hizmet, “Gezi Parkı Direnişi” karşısında yenildiğini yüce gönülle  kabullenmek ve Direniş karşısında, gerilimi tırmandırmak yerine  tam tersine geri çekilmektir.

Bugüne kadarki ve yakın vadedeki performansı, bunu yapabileceği kuşkusunu doğurmakla birlikte, yapması siyasi yetenekleri hesaba katıldığında tümüyle de imkansız değildir.

Şayet ikincisine yönelir ve yaparsa; hem kendisi ve hem de ülkesi için, çok sevdiği bir deyimin bir kez daha tekrarlanmasına imkan verecektir: Win-Win...[Kazan-Kazan].

 

Access the Middle East news and analysis you can trust

Join our community of Middle East readers to experience all of Al-Monitor, including 24/7 news, analyses, memos, reports and newsletters.

Subscribe

Only $100 per year.