Suriye’de bizim eski bir deyimimiz vardır: “Hapishane gerçek adamlar içindir.” Küçük köhne hücremde endişe içinde bir ileri bir geri volta atarken bu deyimi adeta hipnoz halindeymişim gibi tekrar edip durdum. Zindanda zaman sanki eriyip küf bağlıyordu. Zaman, yalnızca günlük hayatına devam eden ölümlülerin dünyasına özgü soyut bir olgu gibiydi. Bizim gibi mahkûm ve melunlar için bir anlamı yoktu. Zamana dair elimizdeki tek ölçü sorgu odasına ve tuvalete gidip gelme aralıklarıydı. Geri kalan her şey, bir hücrenin içinde ve bazen de dışında olmanın bulanık bir hayali. O dört duvar arasında zaman hem kımıldamadan durur, hem de sessizce eksilir. Evet, bu, deliliğin kıyısıydı, uçurumun kenarıydı ve ben tam da oradaydım.
Her şey düzelecek diye düşünüyordum. Bu, bir kişilik inşası tecrübesiydi. Buradan çıktığımda daha bilge bir adam olacaktım. Ancak bazen korkunç bir fikir aklıma girer ve içsel meditasyonumu bölerdi: “Tamam, ama bu hapishane adamlar için değildir. Bu hapishane hayvanlar içindir ve hayvanlar tarafından yönetilir.”